Sayfa 57
Hayatının büyük kısmını Meksiko Coyoacanda’daki Casa Azulde geçiren O; 6 Temmuz 1907’de
doğmuş olmasına rağmen doğum gününü 7 Temmuz 1910 ile yani Meksika devriminin
başlangıcı ile değiştirmiştir. Hayatını devrimle başlamış sayan Frida, hayatı boyunca toplumsal
hareketlerden, sol düşünceden uzak kalmamıştı.
Frida, yaşamını biçimlendiren parçalanmış omurgasına mündemiç hikâyesini şöyle anlatırdı:
“Önce başka bir otobüse binmiştik. Ama küçük şemsiyemi unuttuğumu görünce, aramak için
indik, beni harabe eden otobüse böylece bindik. Kaza bir kavşakta oldu... İnsanın çarpışmanın
farkına vardığı, ağladığı doğru değil. Gözümden bir tek damla yaş akmadı ve demir çubuk,
kılıcın boğayı delmesi gibi beni deldi geçti.”
Dillendirdiği kazanın reçetesi üçüncü ve dördüncü omurga kemikleri kırılması; kalçada üç, sağ
ayakta onbir kırık, sol kalçadan giren ve vajinadan çıkan demir çubuğun yol açtığı derin yara,
cinsel organda sol dudak yırtılması olan Kahlo, uzun süreler alçı ve acı korsesi içinde yaşamına
devam etse de, aktif siyaset hayatından bile geri durmamış, Zapata’nın bir mirasçısı olarak
Komünist Parti’ye üye olmuştu.
Yaşamında çektiği acıların temelinde yakalandığı hastalıklar ve Diego Rivera vardı.
“Acımı boğmak için içtim; ama lanet olası acım yüzmeyi öğrendi,” derdi Frida Kahlo
Diego Rivera ile olan aşkı “güvercin ile filin aşkı” olarak nitelendirilen O; kendi ifadesiyle
“Uçmak isteyip de uçamayan bir kuş”tur...
O, eserleri dahil her şeyiyle demir kadar sert ve bir kelebeğin kanatları kadar hassas bir
kadındı; ressamlığın, sosyalistliğin, feministliğin, şairliğin, yazarlığın vücut bulmuş hâliydi...
“Ben aşkın, acının ve devrimin kadınıyım,” diyerek yaşamının en yalın ve anlamlı özetini
yapmayı başarabilen; acı içinde, aşk yoğunluğunda, toplumsal muhalefetin merkezinde
yaşamıştı.
“Ayaklar, uçmak için kanatlarım varken sizi neden arayayım?” diyen Onun için Pablo Picasso,
“Hiçbirimiz onun gibi insan yüzleri çizemiyoruz” demişti.
Hiçbir görüntüde bu kadar rengarenk işlenmiş bir kasvet bulamayacağımız resimlerin sahibiydi.
XX. yüzyılın sürrealist Meksikalı kadın ressamıydı; karizmatikti; gerçek adı: Magdalena Carmen
Frieda Kahlo Y Calderon idi…
Resimleri kesinlikle rahatsız edici, bunaltıcı, insana sıkıntı veren ama etkisi altına alan ve bu
etkisini uzunca bir süre hissettiren tarzdaydı.
Albert Einstein bilim dünyası için ne kadar değerliyse, Frida Kahlo da resim sanatı için o kadar
değerliydi; mükemmeldi, müthişti, fevkâlâdeydi…
Hayatın bilinen bilinmeyen bütün renkleriyle düşünen, yaratan kadındı. Meksika’nın renkli
kültürünü ve devrimciliği ve hüznü ve sürrealizmi bir arada barındırırdı yapıtları.
Politik ve sanatsal anlamda devrimci bir sanatçıydı. Andre Breton onun resimlerini görünce
yıllarca sayfalar dolusu anlattıkları şeyleri bir tek tabloda gördüğünü ve hayran kaldığını
söylemişti.
1953 yılında Diego Rivera, “Frida Kahlo, yoğunluk ve derinlik bakımından Meksika’nın en büyük
ressamlarından biridir. Kişiliğini saç modelleriyle, kıyafetleriyle, pahadan çok tuhaflıkları ve
güzellikleriyle dikkati çeken takıları bol bol kullanmasıyla ortaya koyar. Giyinişiyle ulusal
i