EMEĞİN SANATI 161. SAYI | Page 54

Emeğin Sanatı 161. Sayı  ‘Gittin Gideli’ de, “Öyle ağırım ki kendime/ Sen benden gittin gideli/ Terim küs olmuş tenime/ Sen benden gittin gideli,” diyen Nesimi’nin oğlu Mazlum Çimen, “O bugün yaşasaydı Gezi Parkı’nda curasıyla ‘Barış Güvercini’ni söylerdi” deyip, babasının şu sözünü hatırlatır hepimize: “Aşkı olmayanın dini imanı olmaz”! Ya “Bayram benim neyime/.../ Kan damlar yüreğime/.../ Bitsin artık kara zulüm/ Bayram benim neyime/ Hep bize mi bunca ölüm/ Kan damlar yüreğime.../ Bayram benim neyime,” diye haykıran Rahmi Saltuk’u unutmak mümkün mü? Saltuk’un o türküsü 1969 tarihindeki işçi direnişinde katledilen Şerif Aygün içindi… Saltuk (1945 Dersim) küçük yaşlarda saz çalıp türkü ve deyiş söylemeye başladı. A.Ü. Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1968 kuşağındaki çok sayıdaki genç gibi siyasete ilgi duydu. 1966’da Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Ruhi Su’nun tok sesine benzeyen sesi ile söylediği türküler, sol-sosyalist çevrede tanınmasını sağladı. İşçi hareketinin, öğrenci hareketinin, işgallerin, direnişlerin, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının üniversitelerdeki eylemlerinin vazgeçilmez sesi oldu. 1971 askeri darbesinin ardından yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. 1974’te Türkiye’ye döndü ve mücadelesini sürdürdü… Nihayet “Yaşayan büyük bir efsane”[9] diye nitelenen Kürt ozanı Şivan Perwer… “Müzikle tanışması zor olmuyor Şivan’ın, nitekim dengbéj bir anne ve babaya sahip. Geleneksel Kürt müziği ve o otantik nağmelerle büyüyor. Gelecekte p rofesyonel müziğe adım attığında da hakkını veriyor bu nağmelerin. Ve onlara asla ihanet etmiyor.” Birçok dönüm noktası var Şivan’ın hayatında. Bunlardan bir tanesi Ankara Güney Park’taki Güneydoğu Gecesi... Yıl 1975, onca yasağa karşın Türkiye’de ilk kez Kürtçe şarkı söylediği için arka kapıdan çıkarılır.”[10] Ancak sürdürür mücadelesini. Gerillanın, isyanın dilinden düşmez türküleri. Çünkü O özgürlüğünü haykırır Kürtlerin. Ve ulaşır bugünlere dek Kürdistan’ın savaş ve zafer narası olarak… DEVRİMCİ SİNEMANIN “ÇİRKİN KRAL”I: YILMAZ GÜNEY 9 Eylül... Aklımın ve gönlümün bir yanı da 29 yıl önce yitirdiğimiz yeri doldurulmaz bir kayıpta, yoldaş(ımız) Yılmaz Güney’de... O, 29 yıldır Paris Komüncüleriyle yan yana yatıyor… “Yılmaz Güney’i, sinemamızda açtığı çığırla, söyleyecek sözünü mutlaka söyleme kararlılığıyla ve ezilen halklardan, ezilen insanlardan, ötekileştirilenlerden yana hiç ödünsüz tavrıyla hatırlıyorum, hatırlayacağım.”[11] “Hadi takas edelim bir şeylerimizi. Mesela gülüşünden ver, ömrümden al,” diyen insanî duyarlılıklarıyla hepimizi: “Arkadaşlar! Dışarıda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?” “Göğsümü gere gere ben sosyalistim demiyorum. Küçük ve acemi bir çırağım şimdilik. Safım açık ve bellidir. Emekçi ve yoksul halkımın safında, bilimsel sosyalizme inanan, sosyalizmin acemi sanatçısıyım. Bütün olanaklarımla kurtuluş mücadelesinin içinde olmaya çalışacağım. Bu yüzden başıma gelebilecek belaları şimdiden göğüslemeye hazırım. Halk yolunda halk için ölüm, şerefli bir ölümdür…” 