Sayfa 53
daha çok okşayacaktır ruhunu...
Ve ustaların ustası Ruhi Su; Onun katili de lanetli egemenlerdi…
12 Eylül koşulları altında yurtdışında tedavi görmek için pasaport alamayan ve hayatını
kaybeden Ruhi Su, türkülere kazandırdığı yeni formla kendisinden sonraki bütün kuşakları
etkiledi.
Aslı sorulursa Ruhi Su, ulu bir çınarın hikâyesidir. Tüm hayatı kardeşliğe, eşitliğe özgürlüğe
adanmış, bu yolda yürürken türkülerle benzenmiş bir hayatın hikâyesidir. Kökleri yerin en
dibinde, dalları göğün tepesinde olan, özünü Anadolu’dan alan, ruhunu kardeşlikle besleyen ulu
bir çınarın, bir devrimcinin hikâyesidir. O tok sesiyle kimi zaman sevgiliyle deniz kenarında, gün
batımında aynı anda mırıldanan; kimi zaman dostların arasında, güneşin sofrasında hep bir
ağızdan coşkuyla söylenen, kimi zaman meydanlarda, safları sıklaştırdığımız zamanlarda,
mücadelenin en kızgın noktasında yüksek sesle haykırılan türkülerin sahibidir. Varlığıyla kuvvet
aldığımız ağabeyimizin, babamızın, kardeşimizin hikâyesidir.
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Ruhi Su, işlenmiş sesin ötesinde başka bir şey. Örneğin bilinç,
örneğin sesin başkaldırısı, örneğin halkın diri yanı, durmadan yenilenen yanı. Su’yu dinlerken
tarih bilinci ile coşmamak elde değil”; Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’nin, “Ruhi Su, anonim halk
ozanlığı geleneğiyle bireysel sanatçı özgünlüğünü, sesi, sazı, sözü ve yüreğiyle, ödün
vermeksizin bir kuyumcu gibi işleyerek araştırarak, titizlenerek bir kapta kaynaştırmasını bildi”;
Melih Cevdet Anday’ın, “Yeni Türkiye’nin yarattığı, geleceğe dönük bir sanatçıdır. Onun önemi
buradadır,”[8] diye betimlediği bir sonsuzluktu Ruhi Su usta…
Karadeniz’in asi çocuğu ve hepimizin yoldaşıydı ve “Benim için Diyarbakır ve Karadeniz
arasındaki tek fark Karadeniz’de deniz olmasıdır,” diye haykırırdı O…
Kazım Koyuncu, 25 Haziran 2005’te hayata veda ettiği gün ölümsüzleşti. Ardından da bir efsane
hâline geldi. Onu ölümsüzleştiren ve çok kısa bir sürede de efsane hâline getiren taşıdığı kimliği
ve verdiği mücadeledir. Yaşarken sergilediği duruş çok önemlidir. Şan, şöhret ve paraya
tapmadı. Koyuncu’nun mirası yalnızca; sesi, sanatçılığı ve albümleri değil. Onun müzikalitesi
konusunda son kararı şüphesiz müzik otoriteleri verebilir. Bizi ilgilendiren ve hep önplana
çıkarmamız gerekense; Koyuncu’nun duruşu ve mücadelesidir. Onun mirası budur. Koyuncu’yu
sağken de, günümüzde de önemli ve aranır kılan bu mirasıdır.
O, politik söylemlerini ve hak mücadelesini hiç bir zaman bırakmadı. Zaten onu ölümsüzleştiren
de yalnızca söylediği şarkılar değil, bu söylem ve mücadelesiydi. Ona bu şarkıları söyletenin de
o söylem ve mücadelesi olduğunu hatırlamak gerek. Şan, şöhret, para kazanayım da keyfime
bakayım, demedi. Tam tersine fedakârca mücadele etti. Lazca şarkılar söyledi. Diğer dillerde
şarkılar söyledi. Lazca’nın farklı bir dil olduğunu Türkiye’de çoğu kişi ondan öğrendi. Yalnızca
Lazca şarkı söylemekle kalmadı; Lazca’yı çeşitli platformlarda savundu. Doğayı kirletenlerle
mücadele etti. Karadeniz otoyolunun doğaya zarar vereceğinin düşünüyordu. Buna karşı da
kavga verdi. Emek mücadelesinde yerini aldı. Ülkemize barışın gelmesi için mesaj vermek
amacıyla Diyarbakır’a gitti ve kardeşlik şarkıları söyledi.
Koyuncu, insani değerleri tüketen ve sömüren kapitalist yabancılaşmaya yakın bir yerlerde
durmuyordu. “Sistemin şarkıcıları”ndan birisi hiç de değildi. Onun onurlu mirasına sahip
çıkabilmek için, bu mücadelenin bilincinde olmak ve Kazım Koyuncuları çoğaltmak gerekiyor.
“Nedir Alevi-Sünni/ Nedir Yahudi/ Nedir bu gâvur-Müslüman/ Nedir Bedevi/ Her doğuş
masumdur, bura bir insan evi/ Herkesi kardeş görüp gülmeliyim yine,” diye haykırırdı 20 yıl
önce Sivas’ta yakılıp, katledilen Alevi-Bektaşi halk ozanı Nesimi Çimen…