Emeğin Sanatı 159. Sayı
nefsin yedi katı
taşla altun arasında yedi merhale
insan-ı kâmile varmadan önce
yedi basamak
bütün bunları bilmeden bilirlerdi
oralarda bütün aşıklar
Hızır'dan başkası değildi
Deyrul Umur yanında kınıfırlar lal açar
gölgesi mor bir ağaç gördüm bir tepenin başında
ak sakalı nur içinde
konuğumsun benim otur gel göynümün baş köşesine
oturup Hint inciri yedik Adana’da bir pınarın dibinde
konuğumsun nere gitsem yanımdasın sensiz yiterim ıssızlarda
yelle yüzünü yıkayan bir rençperdir göynüm benim
bağrına taş basmış da gezen ömürler tanığı dostum
yıldızlar kadar mı uzak bizim hasretlerimiz
ben anlatayım da sen dinle yanışımı
yani ben yanayım gözlerinin önünde cayır cayır
sen beni anla işte
hiçbir dil anlatamaz kalbimizdeki simyanın esrarını
biz taşı altın diye bastık bağrımıza
ömür taş üstünde açan yosundur biraz
uzasan çınarlar gibi
uzamasan yosun kalsan
ne fark eder
yüzünü gökyüzüyle yumayı öğrenmemişsen
serhişin çiçekleri karda mavi gülüşür
kuzu yitmiş dağ başında kuzgun bölüşür
sağır mıydı kulakların-kara kafalı halkların tanrısı Utu
sağır mıydı gök tanrısı-erlik han ve diğerleri
Kumarbi-Zeus ve daha pek çok tanrı
kuzu yitmiş dağ başında –kuzgunlar etin bölüşür
tanrılar sağır kesilmiş bir acı çınlar bataklıklarında insanlığın
acılar ki yılkı yılkı halımıza gülüşür
titrek sakallarında rüzgâr dolaşan aziz
yalın ayaklarıyla yolları kutsayıp gider
nefsini çilehaneye kapatan keşiş
kendi içinde bir cennetin sarp yollarında ağlar huşudan
haberin var mı ey bilge akan sudan
zıkkımdan katrandan sarı buğdaydan
binyıllara iz bırakmış katırlardan ve develerden
haberin var mı kara bodun