Dücane Cündioğlu , son yıllarda çok tartışılan ‘ bireysellik ’ ve ‘ bireycilik ’ kavramlarını yorumladı . “ Bireysellik sanıldığı kadar değerli bir şey değildir ” diyen Cündioğlu ’ nun görüşleri şöyle :
ed » Kültür & Sanat
“ İNSAN AKLI OLDUĞU SÜRECE KİŞİYE DÖNÜŞÜR ”
Dücane Cündioğlu , son yıllarda çok tartışılan ‘ bireysellik ’ ve ‘ bireycilik ’ kavramlarını yorumladı . “ Bireysellik sanıldığı kadar değerli bir şey değildir ” diyen Cündioğlu ’ nun görüşleri şöyle :
Kavramsal olarak :
Önce bireysellik ( individualite ) ile kişisellik ( personalite ) arasında bir ayrım yapmak gerek . Bireysellik , ferdiyet demektir ve sanıldığı gibi çok değerli bir şey değildir . Bir küme düşünün , kümenin birimleri eşittir ama kişiliksizdir , hiçbir özellikleri yoktur . Bir pilavdaki pirinç tanelerinin her biri bir bireydir . Bir pirinç tanesinin şahsiyetinden , kişiliğinden söz edemeyiz . Birey ile kişi arasındaki farklılıktır bu . Bireyselliğin ancak birimlerin kümeyle , bütünle olan ilişkisine nispetle değeri vardır ama işin içine şahsiyet girerse , o zaman ; birey değil aynı zamanda kişi olursunuz , çünkü size özgü ayırt edici farklılıklarınız olur . Bireysellikte farklılıklar aslında yadsınır . Bir kümedeki tüm birimler birbirine eşittir , ama şahıslar eşit değildir . Biri sarışındır , biri esmerdir , biri uzun boyludur , vs . Sayısal olarak 100 sayısında 100 tane 1 vardır . Ama 100 pirincin olduğu bir pilavda her pirincin kendine özgü farklılıkları oluşur . Pirinç olmak bakımından değil , büyüklük , renk gibi özelliklerinden farklılık olur . Bir meşenin yapraklarının hiçbiri birbirine eşit değildir . Ama onlar akıllı varlıklar olmadığı için kişiliği olmaz .
Kişi olabilmek :
O yüzden insan aklı olduğu sürece kişiye dönüşür . Kişinin temelinde birey vardır . Ama biz yine de birey değil , kişi olmaya çalışırız . Bir birim olmaktan kurtulmak isteriz , benzediğimiz yanlara belki hürmet ederiz , nitekim siyaset bu benzerlikleri öne çıkarır ; hepimiz Türküz , hepimiz Müslümanız , hepimiz beyazız , siyahız der , fakat yine de insan farklılıklarıyla ayrılmak ister . Özdeşliğe hürmet ettiğimiz kadar kişiliklere dikkatle pekala farklılıklara da hürmet etmeyi öğrenebiliriz .
Bireyselliğin çelişki olarak önümüze geldiği yer , aynı zamanda da toplumsallıktır . O yüzden birleşmek , daha geniş ölçekte birliklere mensup olmak bizlerin aidiyet ve mensubiyet duygularını güçlendiriyor . Bu bir soya aidiyet olabilir , bir şehre , bir köye ya da belli bir inanca , hatta belli bir düşünceye , ideolojiye bağlılık olabilir . Bireyle toplum arasındaki bu karşıtlık , bireyin kişilik kazanmasını engelleyen ve toplumda onun kişisel eğilimlerini bastırmasına yol açan bir nitelik kazanabilir . Aşçılık sanatından örnek verebiliriz . Türlü yemeğinde farklı sebzeler vardır , ama patates patates karakterini kaybetmemeli , fasulye fasulye karakterini kaybetmemeli , bezelye bezelye karakterini kaybetmemeli . Yemeğin ana lezzetine uyum sağlarken her biri kendi özelliğini de korumalı .
Uygarlıkların ortaya çıkabilmesi :
Bireyselliğin güçlenme eğilimleri , kutuplaşma dönemlerinde , siyasetin toplumsal birliğe ihtiyacı nedeniyle zayıflar . Bizim kişisel eğilimlerimizi bastırmamız bezelye , fasulye ya da patates olmaktan çıkmamız demektir . Tek ses , tek renk , tek lezzet , tek ölçü ... Oysa tinsel yaşam buna direnir , “ Ben varım ” demek ister . O zaman aidiyet ve mensubiyet duyguları çözülüyormuş gibi görünür . Oysa uygarlıklar , yüksek farklılıkları bir arada tutabildiğinde , bunu başarılabildiğinde ancak ortaya çıkarlar . Standartlarda direnerek uygarlık yaratılamaz . Özellikler ve farklılıklar bir arada tutulabildiğinde uygarlıklar ortaya çıkar . Nitekim dünyadaki bütün uygarlıklar kozmopolit uygarlıklardır . Kurtuba ’ ya bakın , Granada ’ ya bakın , 18 ’ inci , 19 ’ uncu yüzyıl İstanbul ’ una bakın ya da 2500 yıl önceki Atina ’ ya bakın , 9 ’ uncu yüzyıldaki Bağdat ’ a bakın , uygarlığın olduğu bütün evreler İslam tarihi açısından en kozmopolit olduğu devrelerdir . Farklılıkların bir arada yaşanmasına izin verildiğinde , uygarlıklar ortaya çıkar . Bu da mübadeleyle , değişimle , alış-verişle olur . Bu anlamıyla ticaret bir erdemdir , çünkü hem etkilersiniz , hem etkilenirsiniz .
Bireysel hırslar :
Bireysel hırslar olmasa toplum devinim yeteneğini yitirir . En başta belki toplumun ana gövdesi belli bir uyum ister , ortaya belli standartlar dizgesi çıkar ve fakat asıl itilim gücünü uyumlardan değil , uyumsuzluklardan alır . Farklılıkların bir arada yaşaması ve çatışması olumludur .
Nasıl ? Elbette bu karşıtlıkları çözme biçimine göre . Çatışmanın yanlarından bir tanesi yok edilirse belki sükunet sağlanır ama bu sefer de ilerleme olmaz . Oysa çatışma , devinimin nedenidir . Bu nedenle hırs-ihtiras denilen duygulanımlar tek başlarına olumsuz değildir . Ticari hırs , ekonomik hırs , politik hırs , vb . Bunlar olumsuz değildir , kişi olmanın , kişilik sahibi olmanın gereğidir . Çatışma , asla kaçınılması gereken bir durum değildir , aksine bir olanaktır , toplumsal itilimin gereği , hatta yasasıdır . Bireysel hırslar toplumsal standartları , sükunetleri bozarmış gibi görünür ama toplumsal ortalamayı da değiştirir . Bu yüzden de ne yazık ki toplum her zaman bu bireysel çıkışları bastırmak ve olanaklı olduğu ölçüde yok etmek ister . Onu özünde olumsuz görür , oysa değildir . Bencillik gibi görünen bireysellik belirlenimleri son tahlilde toplumun itilimi bakımından olumludur . Farklı olanı yok eden toplum kendini de çözmüş olur . Bugün modern toplumlarda her ne kadar bir bütünlük , birlik , toplumsallık duygusu muhafaza ediliyorsa da toplum rasyonalize oldukça aynı zamanda atomize de oluyor , yavaş yavaş çözülüyormuş gibi görünüyor ve bu da değişimi okuyamayanlarda haklı olarak bir dehşet duygusu uyandırıyor . Oysa yaşamın rasyonel kavranışı açısından bu durum kaçınılmaz . Böyle de olacak . İnsan rasyonelleştikçe bölünür , duygusallaştıkça birleşir .
Olgunlaşma :
Ancak şöyle bir yasa da var : insan bölündükçe ve ayrıldıkça yetkinleşir ve olgunlaşır . Anne rahminden ayrılıyoruz , anne memesinden ayrılıyoruz , anne evinden ayrılıyoruz , her defasında daha yetkinleşiyoruz . Eğer ebeveyn çocuğun ayrılmasına “ Bütünlük bozuluyor ” diye izin vermezse , çocuğun gelişimini engeller . Ayrılık belki ruhsal olarak önceleri acı vericidir ama yine de olumlu bir şeydir . Gerileme durumlarında bu yüzden hep bir başa dönme arzusu baş gösterir . Bu bilindik bir dirençtir fakat özünde gerilemedir . Ruhsal olarak bir patolojidir . Korktuğumuzda veya üşüdüğümüzde , yaşam sevincimizi ve özgüvenimizi kaybettiğimizde ister istemez bir cenin gibi dizlerimizi karnımıza çekeriz ve böylelikle gerileriz . Toplum için de aynı analizi yapabiliriz sanırım . Gerilemenin sonu yıkımdır .
38 | ekonomik denge |