Edebiyat Dergisi EDEBİYAT | Page 24

Vivamus porttitor blandit ultrices

|11|

ÇIMA?

Yüzünü yıkayalı yarım saati bulmuştu neredeyse.. Atölyeye geldiğinde perçeminde hâlâ iri damlalar sarkıyordu. Kirpikleri ıslaktı. Sabah kendisine malûm olmuşçasına uyanmıştı. Hep öyle uyanırdı, alarmın ötmesinden dakikalar önce.. İşini kaybetmenin korkusunu taşıyan herkes öyle uyanırdı. Lavaboda, gözlerindeki mahmurluğu suyla def etmekteyken birden servis aracının korna sesini duydu. Havluya el atmayı zaman kaybı saydı. Her iki koluyla her iki gözünü çevik bir hareketle duruladı, on beş saniye sonra kendini kapı önünde buldu. Ayakkabısının bağcıkları sarkıyordu dışarıya. Kapı önüne çıkınca güneş şöyle bir yaladı ilkin yüzünü. Sonra servisteki yerine oturdu. Diğer işçiler uyuyordu. Atölyeye varana dek ne kadar uyusak kârdır, diyorlardı. Muhip de kafasını uzattı geriye. Kirpikleri yapıştı birbirine. Kollarıyla bir daha sildi.

Muhip, yaklaşık 4 ay önce abisinin yanında çalışma düşüncesiyle gelmişti İstanbul’a. Ağrı’da okulu tatile girince İstanbul’a yollanmış, tüm dağ köylerinde olduğu gibi okullar geç açıldığı için fazladan bir ay daha kalmıştı İstanbul’da. Aslında İstanbul’a gelince aklında bu iş yoktu Muhip’in. Abisinin yanında inşaatta çalışır diye düşünmüştü köyde. Ama abisi razı gelmemiş, inşaat işi zordur, deyip, onu büyük bir tekstil atölyesinde işe sokmuştu. Abisi sıvacı ustasıydı. Çalışkanlığıyla biliniyordu. Sıvacıların elleri kocaman olurdu. Muhip’in abisi malaya aldığı harcı duvara öyle bir yedirirdi ki, harç, patlamış bir boya balonu gibi yayılırdı duvarda. Köye kadar ulaşmıştı bu becerisi, bunun bahsini yapardı sürekli köylüler.

Muhip’in çalıştığı tekstil atölyesi bir bodrum katındadır. Pencereler içeri sadece temiz hava girmesine yarar. Güneş günde sadece bir defa, şöyle bir yalar geçerdi burada. Bilumum işçiler işbaşı olduğunu hatırlatansesle görevlerinin başına geçerlerdi. Overlokçular, reçmeciler, singerciler makinelerine otururdu. Ortacılar tekne başlarına, temizlikçiler uzun dikdörtgen masa başına geçerdi. Muhip, ortacıydı bu atölyede. Yaptığı işle tuhaf bir bağ kurmuştu ilk başlarda. Soyadı daOrtacı’ydı. Bunun yarattığı hissin iyi mi kötü mü olduğuna karar verememişti. Her maaş günü geldiğinde ‘’Muhip Ortacı’’ diye yazıhaneye çağırılırken soyadıyla mı yoksa yaptığı işle mi seslendiklerini bir türlü anlamamıştı.

Geçen sene okulda, edebiyat dersinde yine buna benzer bir şey yaşamıştı. İsmini 500 sene evvel bir Osmanlı padişahı mahlas olarak kullanmıştı. Bunun Ağrı’da bir değeri olmayacağını da o an fark etmişti. Ankara’da belki bunun cakasını satardı Muhip, ama Ağrı’da bunun bahsi edilemezdi. Muhibbî… Muhip birkaç şiirine bakmak istedi, bir yerde onun ''saltanat didükleri ancak cihan gavgasıdır.’’dizesine denk geldi. 46 yıl padişahlık yapan birinin bunu söylemesi ne garipti. Sonra bir de Ahmet Muhip Dıranas vardı, onu da biliyordu. Onunla biraz bağ da kurmuştu. Ahmet Muhip Dıranas askerliğini Ağrı’da yapmış, Ağrı diye bir uzun mu uzun şiir yazmıştı: ‘’Yitik, perişandır elbet bencileyin /Pişmanlığın ırgat olup geceleyin.’’dizelerini tam olarak anlamasa da ‘’ırgat’’ geçtiği için sevmişti şiiri.

Muhip bu atölyede iş dünyasının belki de en kurnaz yaratımı olan işi yapıyordu. ‘’Ortacı’’, ‘’Aracı’’ diye farklı şekillerde nitelense de bu iş tekstil atölyelerinin iş döngüsünü sağlardı. Ortacı bir atölyenin can suyuydu. İyi bir ortacı, ustabaşının eli ayağı, makinecilerin celladı, hiç oturmayan bir neferdi. Ortacılar sayesinde hiçbir makinecinin önü boş kalmazdı. Makinecilere nefes aldırmamakla görevliydiler. Ortacılar, bir makinecinin dikmekle hükümlü olduğu kısmı alır önüne kor. Onun diktiklerini alır, devamını dikmesi için başka makinecinin önüne kor. Ondan da alır diğerine.. Biri kolu diker, biri bedeni, biri etiketi..Dikilen işler en sonunda temizlikçilerin uzun masasına yayılır, uzun ve gereksiz iplikler temizlenir. Ardından paketlenir.. Her aşamada bulunur Ortacılar. Muhip her aşamada bulunur. Hâl böyleyken, ortacılar en az ücreti alanlardı. Ve çoğu çocuklardan oluşurdu.