Sosyal medya gibi seviyesizliğin serbest olduğu farklı
mecralarda da durum aynıdır.
Kısacası yurt sınırları içinde “sıra dışı” olmak isteyen,
akademik, entelektüel-ik veya felsefik pek çok
zat vardır ve “sıra dışı” olmanın en kolay yolu genel
kanaati sarsacak bir şeyler söylemektir.
Osmanlı’ya ve padişahlarına (zerre kadar itibar
edilmeyecek bir kaynağa dayanarak dahi olsa tarihî
gerçeklik ihtimali dâhilindedir deyip) saldırma eylemi
tam olarak bu temel üzere inşa edilir. Zor
üretim doğrusu!
Fatih Sultan Mehmed ve Konstantiniyye’nin Fethi
hakkında da bu tarif ettiğimiz karmaşa ve kargaşa
mevcuttur. “Bu karmaşaya ne gerek var? Bize güzel bir
şeyler anlatın!” dediğinizde, esasında
kaynakları tevillerle yorumlarla kendilerine dayandıran
bu aşırı bilim insanlarının savunması hep
birbirinin aynısıdır; “Ama biz kaynaklara dayanıyoruz.”
Peki kaynaklar ve kaynakları yorumlayanlar bu kadar
karmaşık, karga-şık ve karışıkken, Fatih’i nasıl
beyaz perdeye aktarabilir, biz kafası oldukça karışık
olanlara nasıl izlettirebilirsiniz?
İşte tam bu noktada yapımcının eli cebine gider.
Senaristler hünerini sergilemeye başlar. İnsanları
emek verdikleri işi izlettirmeye yeminliymiş gibi bir çaba
başlar; “Haydi arkadaşlar! İş bizde; bol
aksiyon, bol görsel, bol entrika, bol ihanet… Allah ne
verdiyse artık! Bağlayın izleyiciyi, kendinden
geçsin.” Sette kılıç kalkan sesleri eksik olmaz artık!
27