Dilhâne Mayıs Sayısı MAYIS Sayısı (1) | Page 27

Sosyal medya gibi seviyesizliğin serbest olduğu farklı mecralarda da durum aynıdır. Kısacası yurt sınırları içinde “sıra dışı” olmak isteyen, akademik, entelektüel-ik veya felsefik pek çok zat vardır ve “sıra dışı” olmanın en kolay yolu genel kanaati sarsacak bir şeyler söylemektir. Osmanlı’ya ve padişahlarına (zerre kadar itibar edilmeyecek bir kaynağa dayanarak dahi olsa tarihî gerçeklik ihtimali dâhilindedir deyip) saldırma eylemi tam olarak bu temel üzere inşa edilir. Zor üretim doğrusu! Fatih Sultan Mehmed ve Konstantiniyye’nin Fethi hakkında da bu tarif ettiğimiz karmaşa ve kargaşa mevcuttur. “Bu karmaşaya ne gerek var? Bize güzel bir şeyler anlatın!” dediğinizde, esasında kaynakları tevillerle yorumlarla kendilerine dayandıran bu aşırı bilim insanlarının savunması hep birbirinin aynısıdır; “Ama biz kaynaklara dayanıyoruz.” Peki kaynaklar ve kaynakları yorumlayanlar bu kadar karmaşık, karga-şık ve karışıkken, Fatih’i nasıl beyaz perdeye aktarabilir, biz kafası oldukça karışık olanlara nasıl izlettirebilirsiniz? İşte tam bu noktada yapımcının eli cebine gider. Senaristler hünerini sergilemeye başlar. İnsanları emek verdikleri işi izlettirmeye yeminliymiş gibi bir çaba başlar; “Haydi arkadaşlar! İş bizde; bol aksiyon, bol görsel, bol entrika, bol ihanet… Allah ne verdiyse artık! Bağlayın izleyiciyi, kendinden geçsin.” Sette kılıç kalkan sesleri eksik olmaz artık! 27