Eşrefoğlu’nun Huzuruna Ayaklarımdan
Evvel Gidiyor İdi Yüreğim…
Yazı
Tâhir Ceyhun Yıldız
Ben Abdullah Fârûkî’nin evlâdıyım,
sizin de evlâdınızım” diyerek içimi
döktüm. Müzekki’n-Nüfûs’u okumuş
idim. Okuduğum bölümde bitirme
tezim de bu esere tevâfuk etmiş idi.
Hazrete yabancılığım yok idi,
huzuruna varmadan evvel de hissim
Sultan’a yakınlık, ‘evladlık’
derecesinde idi, ilâhi lütuf ile.
Hazret’in eserinden okuduğum
satırlar ve inşâd ettiği şiirleri
zihnimden geçiyor idi birer birer:
“Ben Dost hevasına düştüm
Özge heva neme gerek
Başımda Dost sevdası var
Dahi sevda neme gerek
(…)
Ben Dost yolunda nakdümü
Hep oynayıp öldürmüşem
Çün gitti külli varlığım
Havf-u reca neme gerek
(…)
Ben Dost ile peymânımı
Elest'den ön berkitmişem
Ben Dost'u ıyan görmüşem
Hayal-u rüya neme gerek
(…)”
“Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
(…)
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Bâşını âna tutmaktır adı aşk”
“(…)
İnkâr eden ol eri
Mürşid eder şeytanı
Aslı dürür Geylânî
Pirim Abdülkadir'in
Hak katında uludur
İki cihan doludur
Eşrefoğlu kuludur
Pirim Abdülkadir'in
(…)”
Sultanın huzurunda bilmem kaç
zaman kaldım. Kimse ile konuşmadım,
Sadece eserinde geçen o ilk cümleyi
okuduğumdan bu zamâna kadar
sultanımla ilgili hatırlayabildiğim
münâsebetlerimi yâd ettim. Eserlerde
okuduğum kerametlerini, hikmetlerini
hatırladım, hamd ettim Rahmân’a ki;
bizi onun ve velilerin ayaklarının
dibinden ayırmadı.
36