Dilhâne Ekim ekim | Page 36

Eşrefoğlu’nun Huzuruna Ayaklarımdan Evvel Gidiyor İdi Yüreğim… Yazı Tâhir Ceyhun Yıldız Ben Abdullah Fârûkî’nin evlâdıyım, sizin de evlâdınızım” diyerek içimi döktüm. Müzekki’n-Nüfûs’u okumuş idim. Okuduğum bölümde bitirme tezim de bu esere tevâfuk etmiş idi. Hazrete yabancılığım yok idi, huzuruna varmadan evvel de hissim Sultan’a yakınlık, ‘evladlık’ derecesinde idi, ilâhi lütuf ile. Hazret’in eserinden okuduğum satırlar ve inşâd ettiği şiirleri zihnimden geçiyor idi birer birer: “Ben Dost hevasına düştüm Özge heva neme gerek Başımda Dost sevdası var Dahi sevda neme gerek (…) Ben Dost yolunda nakdümü Hep oynayıp öldürmüşem Çün gitti külli varlığım Havf-u reca neme gerek (…) Ben Dost ile peymânımı Elest'den ön berkitmişem Ben Dost'u ıyan görmüşem Hayal-u rüya neme gerek (…)” “Cihanı hiçe satmaktır adı aşk Döküp varlığı gitmektir adı aşk (…) Belâ yağmur gibi gökten yağarsa Bâşını âna tutmaktır adı aşk” “(…) İnkâr eden ol eri Mürşid eder şeytanı Aslı dürür Geylânî Pirim Abdülkadir'in Hak katında uludur İki cihan doludur Eşrefoğlu kuludur Pirim Abdülkadir'in (…)” Sultanın huzurunda bilmem kaç zaman kaldım. Kimse ile konuşmadım, Sadece eserinde geçen o ilk cümleyi okuduğumdan bu zamâna kadar sultanımla ilgili hatırlayabildiğim münâsebetlerimi yâd ettim. Eserlerde okuduğum kerametlerini, hikmetlerini hatırladım, hamd ettim Rahmân’a ki; bizi onun ve velilerin ayaklarının dibinden ayırmadı. 36