Dilhane Mart Sayısı mart | Page 31

UĞUR SERDAR ATMACA Baharı seven adam kışın ümitvar olurmuş. Özlemlerin en yoğun haliyle yaşandığı bir mevsim olur kış. Gecenin en karanlık anı gibi. Hani malumdur sabaha en yakın andır. Buradan yuvarlak bir hesapla hayatın en zor zamanları mutluluğun hemen önü olmalı o vakit. Her yokuşun bir inişi olduğu gibi. Galiba bizim mutluluğu hakkıyla beceremeyişimiz ağaca tırmanıp tepesinde kalarak "anne!" diye bağıran çocuk gibi. Tırmandığımız yokuşu bir hamlede zirveye taşıyor lakin tavşan gibi yokuş aşağı koşarken yuvarlanıyoruz. Galiba çok fazla iniş tecrübemiz yok. Tecrübe etmiş olmak makamında olan o ak sakallı veya gözünde gözlük, pencere önlerinde ak sakallının camiden gelişini bekleyen ak yazmalı kültür aktarıcısı öncülerimizle bir irtibat eksikliğimiz var galiba. Veya idrak kulaklarına bir tıkaç gibi saplanmış kalmış zamane olmak kavramı. Hep bir zamanın gelmesini bekleriz uslanmak, akıllanmak için. Gelir elbet. Rahmetli dedem, ninem biraz dizlerinden sızlanınca "toprak sarınca geçer" der muzip muzip gülerdi. Ninemi sardı toprak, geçmiştir elbet. Hoş, dedem de çok sürmedi gitti peşinden. Bir cumartesi günüydü. Onlarca torun, yeğen, eş dost kalabılığı arasında; bir göz uğurlaması ile hepsinden ayrı yanına girmiş, sakallarını sevmiş, ufak bir veda edişle mütebessim bakmıştım yüzüne. Hala hatırımda. Zaman işte, geçip gidiyor. Ya da işte zaman, geçip gidiyor. Her iki söyleniş de doğru fakat okunuşun verdiği anlam kimine pek uymuyor. Belki de mesele burada. Zaman nasıl baktığımızda... Tecrübe