UĞUR SERDAR ATMACA
Baharı seven adam kışın ümitvar olurmuş. Özlemlerin en
yoğun haliyle yaşandığı bir mevsim olur kış. Gecenin en
karanlık anı gibi. Hani malumdur sabaha en yakın andır.
Buradan yuvarlak bir hesapla hayatın en zor zamanları
mutluluğun hemen önü olmalı o vakit. Her yokuşun bir inişi
olduğu gibi. Galiba bizim mutluluğu hakkıyla beceremeyişimiz
ağaca tırmanıp tepesinde kalarak "anne!" diye bağıran
çocuk gibi. Tırmandığımız yokuşu bir hamlede zirveye taşıyor
lakin tavşan gibi yokuş aşağı koşarken yuvarlanıyoruz. Galiba
çok fazla iniş tecrübemiz yok. Tecrübe etmiş olmak
makamında olan o ak sakallı veya gözünde gözlük, pencere
önlerinde ak sakallının camiden gelişini bekleyen ak yazmalı
kültür aktarıcısı öncülerimizle bir irtibat eksikliğimiz var galiba.
Veya idrak kulaklarına bir tıkaç gibi saplanmış kalmış zamane
olmak kavramı. Hep bir zamanın gelmesini bekleriz uslanmak,
akıllanmak için. Gelir elbet. Rahmetli dedem, ninem biraz
dizlerinden sızlanınca "toprak sarınca geçer" der muzip muzip
gülerdi. Ninemi sardı toprak, geçmiştir elbet. Hoş, dedem de
çok sürmedi gitti peşinden. Bir cumartesi günüydü. Onlarca
torun, yeğen, eş dost kalabılığı arasında; bir göz uğurlaması ile
hepsinden ayrı yanına girmiş, sakallarını sevmiş, ufak bir veda
edişle mütebessim bakmıştım yüzüne. Hala hatırımda. Zaman
işte, geçip gidiyor. Ya da işte zaman, geçip gidiyor. Her iki
söyleniş de doğru fakat okunuşun verdiği anlam kimine pek
uymuyor. Belki de mesele burada. Zaman nasıl baktığımızda...
Tecrübe