Tarih Boyunca Mülkiyet Anlayışı ve Osmanlı Toprak Düzeni
li hak ve ödevler vardı. Vasal gerektiğinde askerî yardım ve sadakatle bağlı olacak senyör ise
vasalı mahkeme karşısında savunup ölümü hâlinde geride kalan çocuklarını yetiştirip onlara
toprak sağlayacak ve himayesi altında tutacaktır.13
Feodal rejimde mülkiyet hakkı senyörlere aitti ve senyör hükümdarların sahip
olabileceği toprak vermek, vergi toplamak, adalet dağıtmak gibi hakları kendi bünyesinde
toplamaktaydı. Asiller arasında senyör adı yalnızca fief sahibi olanlara verilebilirdi ve “topraksız senyör yoktur” anlayışı hâkimdi. Zamanla senyörler arasında da basit derebeyinden krala
uzanan bir bağlılık ve yardım zinciri meydana geldi.14 Feodal toprak mülkiyetinin en önemli
vasılarından birisi de aynı toprağın birbirine bağlı ve birbiri üzerinde hakkı olan muhtelif sahipleri olmasıdır. Yani senyörden fief elde eden vasal kendi fiefi üzerinde başka birisini fief tanıyabiliyor ve aynı toprak muhtelif fielere bağlanabiliyordu.15
Feodalizmde senyörler ve vasalların ve ikinci derecedeki vasalların yanında toprak sahibi olmayıp en alt kademede yer alan, fakat toprakta çalışıp üretim işini gerçekleştiren ve toprak el değiştirdiğinde toprakla beraber sahip değiştiren “servage” adı verilen köleler bulunuyordu.16 Toprağı işleyen ve serf denilen bu insanlar prensip olarak hürdüler fakat
eski devirlerdeki serlik köleliğin bir devamından başka bir şey değildi.
Özetle, feodal mülkiyet sistemi çiftçinin kendi toprağında zorunlu çalıştırıldığı,
çeşitli hak ve ödevlerle baskı altına alındığı bir istismar rejiminden başka anlam taşımamaktadır.
4. XVI.- XVIII. YÜZYILLARDA MÜLKİYET
Ortaçağ Avrupa’sının feodal beylikler içinde gelişen ticaret anlayışı zamanla değişmeye, coğrafî keşilerin yapılmasıyla birlikte Avrupa’ya bol miktarda değerli madenler gelmesi ve yeni sömürgeler elde etmesi ekonomik yaşamı tamamen değiştirdi. Ticaretteki bu
gelişmeye karşın çiftçi sınıfının durumu XVI. yüzyıldan itibaren kötüleşmeye başladı. Yine
bu dönemdeki kilise-devlet mücadelesi beraberinde dinde reform hareketini başlatmış, kilise ve servet aristokrasisi dışında kalan tüm sınılar reforma destek olmuşlardır. Kilisenin üstünlüğüne ve sınılar arasındaki ekonomik uçuruma karşı çıkan hareketin öncüsü Luther özel mülkiyetin gerek aile hayatı gerekse toplum düzeni açısından vazgeçilmez gerekli ve üstün bir hak olduğunu iddia ediyordu. Reform döneminde özel mülkiyetin korunması, tebaanın ise krala vergi vermekle yükümlü olması prensip olarak benimsenmiştir. Bu dönemdeki özel mülkiyet sınırsız ve mutlak mülkiyet anlayışı değildir. Bugünkü kapitalist mülkiyet anlayışından ayrılan tarafı, reformculara göre mülkiyet yalnızca kullanma ve yaralanma hakkından ibaret olmasıdır.17
XVI. yüzyılda kullanma ve yaralanma hakkından ibaret de olsa özel mülkiyet fikrinin savunulması yanında Elatun’un öğretilerini takip eden ütopyacılar da çıkmıştır. Bunlar13 Güriz, a.g.e., s.72-73; Challaye, a.g.e., s.51-53
14 Challaye, a.g.e., s.52
15 Güriz, a.g.e., s.73
16 Challaye, a.g.e., s.52-53; Güriz, a.g.e., s.73
17 Güriz, a.g.e., s.79-96
8