Bilakis Dergisi Şubat Sayısı Şubat Sayısı | Page 26

O şu bizim okuldaki züppe zengin çocuklar gibi giyiniyor onlarla takılıyor. Hatta onlar gibi konuşuyor. ‘’ yürümeye devam ettim.'' Eliz.'' Arabadan inerek hızlıca arkamdan geldiğinin farkındaydım tepki vermedim. Neden ben yokmuşum gibi davranmıyordu normalde hep yaptığı şeydir. ''Eliz, sana sesleniyorum.'' dedi ve olduğum yerde dikildim. Hızlıca arkama döndüm '' Ne istiyorsun?'' üstünde okulun Hokey takımının ceketlerinden ve koyu kahverengi kotu vardı. ''Sizi bırakabilirim?'' Ona deli oluyordum, yüzüne vurmamak için kendimi zor tutuyordum. ''Çok incesin Tristan ama kalsın koltuklarını kirletmek istemem.'' Duke'la beraber yürümeye başladım. Önüme dönerken göz ucuyla arabaya baktım. Bu ailede sürekli ikinci plana düşmekten nefret ediyordum. Okul'a vardığımızda ''Benim Bayan Hock'a uğramam gerek, sınıfta görüşürüz.'' Duke kafasını evet anlamında salladı ve Biyoloji sınıfına gitti. Bayan Hock’un odasının önüne geldim ve kapıyı tıklattım. ''Bayan Hock orada mısınız?'' son kez derin bir nefes aldım. Bayan Hock bana göre hiçbir şeyi beğenmeyen egoist biriydi. ''Gel Elizabet.'' Benim olduğumu nereden bildiğini bilmiyordum. İçeriye girdim ve ''Bayan Hock, ödevim gecikmişti size onu getirdim.'' geniş ofise adımı atar atmaz yoğun kahve ve kitap kokusu burnumu doldurdu. ''Oturun Bayan Dawson.'' dedi. Dediğini yaparak deri koltuklardan birinin içine gömüldüm oldukça rahattı. Elimdeki şiiri ona uzatarak incelemesine izin verdim. Bir süre sonra yüzünü bana döndü ve ''Kötü Cadı Morgana.'' Kendimi tedirgin hissetmiştim. ''Kral Arthur'u seviyor musun?'' Gülmek istedim o an ama sadece bir soruydu basit bir soruydu. ''Doğrusu hayır efendim, kendini beğenmiş insanları sevmem.'' aslında ona derin bir hayranlık duyuyordum. Tarih kitaplarında sürekli farklı anlatılıyordu. Benim hayallerime göre âşık olunası hatta tapılası biriydi, diğer bir tarafı ise kendini beğenmiş biriydi. ''Güzel cevap, ödev için teşekkürler Bayan Dawson.'' dedi ve ödevimi dosyalarının arasına soktu. Bana ilgisiz kaldığı ve artık gitmem gerektiğini anladığımda hafifçe yerimden kalktım. Lanet olası deri nefret edilesi bir ses çıkardı ''İyi günler Bayan Hock.'' ağır adımlarla odadan çıkacakken; ''Kral Arthur ülkesini önemseyen bir kraldı. Onu yıkmaya çalışan çoktu, ama her güçlü erkeğin arkasında bir kadın vardır. '' sesi katı ve sertti. Yüzümü ona çevirdim ve ''Kraliçe Guinevere mi? Şaka olmalı, O Kral Arthur'u Sir Lancelotla aldattı.'' ezbere bildiğim bir şiiri okur gibiydim. Asla hayran olmadığım bu yaşam oldum olası bana yalancı geliyordu. ''Ondan bahsetmiyorum Elizabeth, bir Kraliçe daha vardı varlığını kimse kanıtlayamadı. Hatta Prensesle aranızda bir benzerlikte var.'' Bayan Hock’un yüzünde bir gülümseme belirdi. O anda bahsettiği prensesle ortak yönümüz aklıma geldi, haklıydı. ''Prenses Elizabeth Brittany Avalon Pendragon.'' Sesim fısıldayarak çıkmıştı, ister istemez kendime hayranlık duymuştum. Şaşırmıştım çünkü babam o prensesin aslında hiç bir zaman olmadığını ama çoğu tarihçide olduğu yönünde söylentiler çıktığını söylemişti. ''Aynen öyle Bayan Dawson, tarihteki en güçlü Kraliçenin ismini taşıyorsunuz. Avalon'da doğan bir prensesti, daha sonra Kral Arthur’la evlendi ve onunla birlikte düşmanlarına karşı Camelot’ta savaştı. Tarihi sadece o değiştirebilirdi Guinevere ile Arthur’un aşkı asla olmazdı ve Arthur'un Krallığı asla yıkılmazdı.'' sesinin altında umut ve hüzün her haliyle belli oluyordu. Geçmişe bir özlem beslediğini belli etti. ''İlginç bir Hikâye doğrusu, artık elden ne gelir.'' dedim. ''Dahası da var ama baban sana daha doğrusunu anlatır.'' Tekrar iyi günler diledim ve kapıdan çıktım. Anlattıkları bir süre aklımı zorlamaya yetmişti. Demek onca yıl bildiğim kendini beğenmiş Arthur gerçekten bir kraldı. İsmimin bu kadar önemli birinden geldiğini tahmin edemezdim. ''Eliz, babam seninle konuşmak istiyor.'' dedi Tristan telefonu bana uzatarak. ‘’Tanrı aşkına ödümü koparttın Tristan.'' elini telefonu alarak ona sert bir bakış attım bir kaç adım yürüyerek Tristandan uzaklaştım. ''Efendim Baba.'' Telefonun diğer ucundan babam ''Teyzen Martha hastalanmış annen ile birlikte Dublin'e gitmemiz gerek akşam gelecek misafiri Tristan ile birlikte karşılarsın Eliz.'' dedi. Sinirimden telefonu sıkmaya başladım ama diyecek bir l lKЧ