Bilakis Dergisi Şubat Sayısı Şubat Sayısı | Page 16

KÜLT FİLM MURAT İLE NAZLI SEVMEK ZAMANI Aşk birini sevmek, onu tanımak ve sonra ondan sıkılmak evrelerinden oluşur. Nasıl bir tutkuyla bağlanırsak bağlanalım bu evrenin kusursuz işleme olasılığı bir hayli yüksektir. Tabi bu önermeyi alt üst eden çiftler de yok değildir ama bu önermeyi hayatının gedik noktasına koyan bir adam nasıl aşık olabilir? Bir insana aşık olması mümkün müdür? Ona kirli elbiseleriyle baktığı zaman bile gülebilecek biri var mıdır? Müşfik Kenter’in hayat verdiği felsefik karakterimiz(Halil), yazlıkları boyayarak geçimini sağlamaktadır. Bir gün girdiği bir evde boya yaparken aşık olmuştur. Fakat aşık olduğu bir insan değildir de, onun bir resmidir. Artık sık sık o eve gitmekte, sevdiğine bakarak sigara içmekte ve müzik dinlemektedir.Peki ya bir gün aşık olduğu resmin sahibi çıkıverirse karşısına? O zamanda sevebilecek midir? Seme Özcan’ın hayat verdiği Meral, bu durum karşısında ne diyeceğini, ne yapacağını bilememektir. Tek istediği şey, olan şeylere mantıklı bir açıklama bulabilmektir. Müşfik Kenter’in beden verdiği Halil’se şöyle açıklar durumu; ”Ben sana değil resmine aşık oldum! Duvardaki resmine baktım sevgiyle şefkatle doluydu gözlerin,sonra utandım kafamı çevirdim tekrar bakmaya cesaret edemedim,cesaretimi toplayıp tekrar baktığımda sen yine sevgi ve şefkatle bakıyordun bana,üstelik sakallarım uzamış elbiselerim kirliydi…” Hikayenin geri kalanını öğrenme şerefini gözlerinize bırakıp Metin Erksan’a değinmek istiyorum. 1965 yılında siyah, beyaz olarak çektiği bu filmle, Türk sinemasında yeri her zaman ayrı olacak bir baş yapıt bırakmış. Bugün bu filmden 48 sene uzaktayız, uzaktayız da böylesine mükemmel bir hikaye anlatışına, büyüleyici bir sunuma nedense milyonlarca ışık yılı uzaktayız. Bir çok uzak plan çekiminde hele ki son sahnede o zamanın teknolojisiyle üstesinden çok zor gelinebilecek bir başarıya imza atmış yönetmen. Filmi izlerken, kendinizi ekran karşısında değil de olayları izleyen 3. bir kişi gibi hissedebilirsiniz. Zaten usta yönetmen olmakta seyirciyi perdeye baktırmak değil, seyirciye perdeyi unutturmaktır. Umarım yağmurlu bir günde, çayınızı yudumlarken yalnız başınıza izlersiniz bu filmi. Şimdiden iyi seyirler dilerim. 15 Belki kiminiz bu filmi izlediniz, kiminizse duymadınız bile. Sahiden, Yeşilçam’da duyulmayan öylesine eşsiz eserler var ki. Sizi bugün bunlardan b iriyle daha tanıştıracağım. Türk sinemasında “Jön” diye tarif edilen kelimenin sözlük anlamı var başrolde; Cüneyt Arkın. Ona eşlik eden aktrisse Türkiye’nin en güzel kadınlarından biri fakat onun en çok hatırlanan yanı, g çok bakışları; Fatma Girik. Bu iki dev, bir filmde birleşirse ortaya kötü bir şey çıkmaz elbet. 1972 yılında çekilen filmin yönetmen koltuğunda Memduh Ün oturuyor, Hikaye ise Duygu Sağıroğlu’na ait. Hikayemiz bir çok Türk filmde işlenen Kan Davasıyla başlıyor. Kan davasından uzakta okutulan Murat, doktor olup köyüne döner ve döndüğünde bu dava hala sürmektedir. Fatma Girik’in hayat verdiği Nazlı ise, Murat’ın sülalesinin kan davalı olduğu sülaledendir. Çok basitçe tahmin edilebileceği üzre iki kahramanız arasında aşk başlar fakat bu aşk imkansızdır. İnatçı dokturumuz Murat’ı ise bu dava vazgeçiremeyecektir. Filmin hikayesi hakkında anlatıcaklarımıza burada nokta koyup 30 yıllık bu uzun hikayeyi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Bu film sizde mutlaka bir iz bırakacaktır. Filmin eşsiz müziğini her duyduğunuzda Fatma Girik masmavi gözlerinizle size bakacaktır. İzlemediysen, hiç vakit kaybetmeyin