Bilakis Dergisi Şubat Sayısı Şubat Sayısı | Page 17

M KUŞAĞI EQUUS ÇÖKÜŞ "Çöküş" Hitler’in son günlerini anlatıyor. Sığınağında geçirdiği bir kaç günle gösteriyor bize Führer’i ve onun genarellerini. Arka planda tabiki de 2. Dünya savaşı var ve savaş tüm çıplaklığıyla; yaşlı, kadın ve çocuk gözetmeden doğurduğu ölümleriyle ve vahşetiyle anlatıyor. Hitler sığınağında hala büyük bir zaferin, dünyada yalnızca Alman halkının kurulabileceği inancının planlarını yaparken silah arkadaşları yenilgiyi çoktan kabullenmiş ve kendini içkiye vermiş durumda. Hem cumhurbaşkanı hem başbakan olan Führer’in emirlerinin dinlenmediği bir dönem anlatıyor bize. Bu cani savaş dahisi, ordusunun donarak öldüğünü bilmiyor ve ordunun gelişiyle Rusların Berlin’den defedilebileğine inanıyor. Filmin öyküsü kısaca budur. Ben bu filmde bir kaç şey üzerinde durmak istiyorum. Bu film bize Führer’in insan olduğunu anlatıyor. 6 milyon kişiyi öldürmüş birinin bile bir kalbinin olduğunu anlıyoruz, onu ağlarken görüyoruz. Zafere inancı o kadar büyük ki, kaybetmek kesinleşince ağlıyor. Aynı zamanda onun bu katliamları kendi egosu uğruna değil, dünya barışını sağlamak için yaptığını görüyoruz. Bu katliamlarını filmde şu örnekle açıklıyor ; "Başlangıçta maymunlarında değişik ırkları vardı. Sonra en güçlü olan ırk diğerlerini yok etti ve şimdi bütün maymunlar huzur için yaşıyorlar. İnsanlarında huzurlu yaşamaları için bunu yapmaları gerekiyor." Führer’in kurduğu bu cümle tam bir müzakere konusu. Doğru olduğunu savunanlar mutlaka olacaktır. Öncelikle Hitler’e bu cümleyi kurduran etkeni bulmak gerekir. Almanya’da yahudiler ve Almanlar birlikte yaşadılar. Yahudi ırkı hızla yükselirken, Alman ırkı fakirleşiyordu. Yahudiler kendinden olanları koruyup, kollarken Almanlar için hiç destek olmuyolardı fakat köstek kısmını bilemiyorum. Böyle bir tablo varken, Hitler yukarıdaki örneğin insanlar için geçerli olabileceğine inandı. Bir diğer değinmek istediğim nokta şudur; Hitler Berlin’i kaybettiklerine inandığı sahnede genarellerine bağırmaya başlıyor ve o sıra şuna benzer sözler çıkıyor ağzından; ” Siz genaraller akademide yetiştiniz. Orada çatal bıçak tutmasını öğrendiniz. bu yüzden korkaksınız. Ben hiç akademiye gitmedim bu yüzden bu kadar cesurum. Stalin akademiden yetişenleri idam etmişti, ben de aynısını yapmalıydım!” Yine çok tartışılıcak bir cümle. Savaşları kazandıran yada kaybettiren inançdır. Biz Kurtuluş savaşında o kadar eksiğimize rağmen kazanabildiysek bunun tek sebebi zafere düşmandan fazla inanmamızdır. Hitler bu sözüyle onu vurguluyor. Akademide ülkeyi sevme duygusunun değil, asker olma duygusunun verilmesinden yakınıyor ve bu yüzden onların bu ülkeye, savaşa yeterince inanmadığını bu inançsızlığında savaş kaybettirdiğini söylüyor. Bu gerçekten yabana atılabilecek bir şey değil. "Yarın milyonlarca insan beni lanetleyecek, N’apalım" cümlesi oluyor Führer’in son sözü, sonra yakılıyor. Film savaş bitişiyle de bitiyor. Teknik olarak eleştirilebilecek pek bir yanı yok. Her detayın üzerinde fazlaca durulmuş fakat intihar sahnelerinde az kan kullanıldığı kanaatindeyim. Gerçekten de 4­4’lük bir yönetmenlikle çekmiş filmi Oliver Hirschbiegel . Dipnot olarak filmin Hitler’in son özel sekreterinin gözüyle anlatıldığını belirtmek isterim Hani öyle bir film düşünün ki bittiğinde göğüs kafesinizde bir yumruk hissedebilirsiniz. Eleştirel, muhalif filmleri biliriz. İşin içine biraz mizah katar alttan alttan mesajlarını verirler. Ya da daha sert olanları vardır onlar da oldukça sert bir mesaj verirler ama bir film ne kadar sert olabilir? Peki ya bu eleştirileri insanın psikoloji üzerinden yapsalar ne çıkar ortaya? EQUUS! Çocukken gördüğü bir ata hayran olmuş ve sonra bu hayranlığı aşka dönüşmüş bir adamın hikâyesi bu. Çırılçıplak, atların gözlerini oyan bir delirmişin hikâyesi gibi gelebilir size ama hissederseniz çok daha fazlası. Hangimiz normaliz, kendimizi normal sayabilmek için hangi çizgilerin üzerine basıyoruz? Hayatta hissettiklerimizi hissettiren bir neden var mı? Acaba gerçekten özgür müyüz yoksa adına “tutku” dediğimiz bir iple bir kazığa bağlanmışız da o kazığın etrafında mı dönüyoruz? Döndükçe dolanıp, dolandıkça ölüyor muyuz? Hayır, Bu Alan’ın hikâyesi değil! Bu bizim bağlı olduğumuz kazığın hikâyesi. Bu Hikâyeyi öğrenmeye hazır mısınız? Çılgın bir psikiyatrın Alan’ın sorununu keşfetme macerasında, sorunun