ışığın pencereden yansıyışını izleyerek. Zengin biri
gelecekse eğer, yazık olacaktı o serveti biriktirmek için
verdiği emeklere. Kanlı yaralarını paralarla kapatamazdı
çünkü. Bir fikir adamı gelecekse eğer, yazık olacak şey
onun düşünceleriydi bu sefer. Fikirleri ne kadar doğru
olursa olsun, çekip alamazlardı onu ölümün elinden. Âşık
bir kimse gelecekse eğer, bu vakit onun sevgisine, hayallerine yazık olacaktı. Ormana atılan bedenini çürümekten kurtaramazdı bir güzel kadına duyduğu sevgi. Kim
gelirse gelsin, yarın onun için var olmayacaktı. Karısına
son bir elveda diyemeyecek, yıllar yılı zihninde debelenenler açığa çıkmadan karanlığa gömülecekti. Kapıyı
kendi ölümlerine çaldıklarını bilemeyeceklerdi. Bu
kadar ani bir ölümden hiçbir şey kurtaramayacaksa eğer
insanı, son nefesle beraber her şey tükenecekse neden
yaşardı ki insan? Sevgi, ihtiras, sıcacık yuvalar veya
şöhret… Hiçbiri, onunla beraber gelmeyecekti. Kapıyı
çalışı, hayatında düşünerek yapacağı son eylem olacaktı
belki de. Bu düşünceler daha da delirtti onu. Gün ağaralı
epey olmuştu. Otomobil seslerine, okullu çocukların
bağrışmalarına bakılırsa da gün dışarıdakiler için çoktan
başlamıştı. Artık kapıyı birinin vurmasını bekleyebilirdi. Onu bir çiçek misali, köklerinden koparmak için
tanımlanamaz bir istek duyuyordu. Kapının çalmadan
geçtiği her saniye, öfkesini biraz daha artırıyordu. Bir an
durup düşünseydi, ben ne yapıyorum diye, muhtemelen
bugün başka türlü yaşanırdı. Fakat, bir an bile durmadı
öfkesinden.
Kapı çaldı. Dışarıdaki mi bu kadar acı çalmıştı
kapıyı, yoksa kapı mıydı bu acı sesi çıkaran? Ömrü
boyunca hiç teklemeden, aynı hızla akan saatin o an
durduğuna emindi. Yavaşça kapıyı açtı. Bir kuryeydi
karşısındaki. Genç yüzünün sıska vücuduyla birleştiği
yerde, boynunda bir çanta asılıydı. Ne zengin ne de
âşık görünüşlüydü. Lakin, umutları vardı elbet ve onu
umutlarından koparacaktı. Her şey planladığı gibi gitti.
Katil olacak adam değildi ama olmuştu işte. Soğuk suda
duş aldıktan sonra, cesedi orada öylece bırakıp evden
kaçarcasına çıktı. Sirkeci Garı’na gidip gördüğü ilk trene
bindi.
Ayılmak üzereyken, dün geceyi şöyle bir
aklından geçirdi. Bulantı, nefret, korku, pişmanlık, hepsi
içerisindeydi. Kim olduğunu bile bilmediği bir adama
yaptıkları için kendinden tiksiniyordu. Öldürdükten sonra
ne yapacağını hiç düşünmemişti. Üzerinde kan kokusu,
evin her yerinde kan lekesi olması; sinirden gözyaşlarının
akmamasını olanaksız kılıyordu. Geceden beri kafasında
bir şeylerle meşgul olmaktan sıkılmıştı artık. Bu korku
dolu, pişmanlık dolu ıstırap bitsin istiyordu. Telefona
dokunduğunda ellerinin buz kestiğini fark etti. Rakamları
hızlıca tuşladı ve dudaklarından şu kelimeler döküldü:
“X, bir cinayet işlendi.” Telefonu kapattı. Oturup mavi
üniformalıların gelmesini bekledi. Ağlıyordu hâlâ.
Başını ellerinin arasına aldı. Sürekli hayatına bir renk
katmak istediğini hatırladı. Bunu başarmış, ömür boyu
çıkmayacak bir renk katmıştı:
Kırmızı.
AŞİYAN
13