Kırmızı
DORUKHAN AÇIL
Sirkeci Garı’ndan trene bindi. Bu sabahı diğer
günlerden ayıran bir korku vardı üzerinde. Vagonda
evden kaçtıkları her hallerinden belli iki çocuktan
başkası yoktu. Kapının sürgülerini tutmuş, trenden
aşağı sarkıyorlardı. Onun ifadesiz yüzüne inat, çocuklar
şendi. Bu gülen yüzlerden kendi çocukluğuna geçiş
yapması zor olmadı. Hayatı boyunca yaşadığı güzel ne
varsa, çocukluğuna aitti. O da trenlere binmiş, gülmüş,
hayaller kurmuştu. Şüphesiz ki o hayallerle şimdi
arasında dipsiz bir uçurum
vardı. Çok güçlü, mutlu bir
adam olacağını hayal eder ve
zorluklara her koşulda göğüs
gerebileceğine inanırdı. Ta
ki hayat ona göğüs gerene
kadar. Gülmekten usanmayan
çocukları izlemeye devam
etti. Dün gece, zihninde
uyuyan, uyanması an
meselesi bir düşünce gibiydi.
Son bir rüya görmek, yani
uzaklaşmak istiyordu. Bazı
zamanlar yaptığı gibi, şu
an bir film karesi olsa nasıl
anlatılırdı acaba diye aklından
geçirdi. Mutlak, güzel iki
çocuk seçilirdi trenin kapılarının sürgülerini tutmak için.
Onun rolü içinse hayatını yüzünde taşıyan, alnı açık, uzun
çeneli bir herif… Yönetmen, mutlak kameranın sağına
bu yüzü yerleştirir; solda da sırasıyla kadraja girip çıkan
sarı ağaçlar, tuğladan bir ev, kalabalık, kahvehaneler, yine
kalabalık, ve gökyüzü olurdu. Hayalinde kalabalıktan
gökyüzüne geçiş onda garip hisler uyandırdı. Kalabalık
ne kadar bir aradaysa gökyüzü o kadar yalnızdı. Arada bir
ziyaretine gelen kuşları ve bulutları saymazsak boşluğu
doldurulamayacak kadar büyüktü. İnsanlara hayaller
kurduran, yazarlara mürekkep, şairlere ilham olan
gökyüzüyle ortak bir noktasını yakalayabilmesi, bu soğuk
günde, kendi soğukluğuna nispet edercesine ilk defa
gülebilmesine vesile oldu.
Çocuklara bir kez daha baktı. Arkaları dönük
oturuyorlardı. Kendileri gibi kısacık sa