Deneme
Afedersiniz, hangi
dünya?
İSLÂM DALP
“Zordur temrin ve azdır gece
ziynetlendirmek için günü...
Tecrübesizlik, kaçan fırsatlar...”
Henüzlerde tecrübe konuşmak olmamalı işim aslında ama
şartlar ve fırsatlar öylesine dikiliyorlar ki karşıma, elini
uzatma da dur hadi! Hepsinin bir lâhza olduğunu bilsem
de bu zerreler kuruyor denizi ve derya dillere pelesenk...
Nasıl olduğunu bilmeden hayret perdesinde bir
telaş... Silik anılar ve toz kokusu... Astımım da
hep böyle başladı hani. Can evinden taş bekçiler
ve uzun yolda daim fırsatları sunan onlar aslında...
Hâller ve gam çilesiyle; ıstıraplı bir yokuşun
adımında, seyrek bir gömlek düğmesi: umut.
Heyecanlar sunuyor ya hani çocuksu pencerelere
bakan, ondandır ki bağlanmak telaş merdivenine,
saltanatsız bir kalemde...
Bir sal gerekiyor, bu fırsatlar denizinde
seyahat yolcusu. Kağıtlar var ya! Şu isten mürekkepli deryalar. Ondandır ki deryalar deryayı
yutar... Tenha bir beyin ile mümkün mü uçmak
sinesine bu emellerin? Hep bir gerek lazım işleyen
kalemler sahnesine. Saatler yaklaşacak ve sayfalar bir bir artacak ömür kitabında. Biz yalnızca
sarnıç...
Ve yaşamın gücünü akıllara duyurma vakti
şimdi. Her delilik peşinden koşarak, bir yaprak
sarrafı oldum. Yetmedi, tuz kokusuna hasta oldum
ben, yani kelimelerden nar çıkaran adam... Kumullarda yaşayıp fındık gölgesinde nasiplendiğim de
cabası. Yaşı boyunca hep bir kalabalık zihin taşıdı
minik boynuna aykırı. Dostu ne yapsa çoğalan
sayılardan başka bir şey olmadı ama bir hassasiyet vardı yüreğinde, izleri bir türlü silinemeyen...
Onu buldum mu diye akıyor sorular dimağıma
ya, hemen şöyle demek gerek; ben yalnızca bir
seyyah şu yaralı iklimimde... Hepimiz toplansak
ve dirensek kemiklerimizi çatlatırcasına, şu ufkun
getirdiklerini alabilir miyiz acaba?
Şimdi saklanan bir heceyi daha yarınlara
topladım... Leylâk kokulu sabunlarla düşlerimi
yıkayıp daha dilencil bir gayret ile selamlıyorum
10
AŞİYAN
dünyayı: Merhaba Kedi... Dur, hemen hücum etme öyle
şehrin unsurlarına, önce cümleyi deşifre etmeliyiz bir
şiirin saflığında... Katıksızlık cinnetlerinden buldum
mu kendimi, yoksa hâlâ aforizmalar diyarında mıyım?
Kırık bir tebessüm ve güller dikenlere karışmış şu geçen
istasyon durağında...
Işığın oğlu diyordun ya hani bana üstad nam-ı
diğer. Fark etmedin ki koridorları karanlıktır ülkemin,
duvarları nâr! Yeşeren bir fidan olurum belki ama henüz
uçuk lâleler. Renkler yine bulur gözlerimi, şu kulağımda
damlayan nağmeler... Her biri parlarken güneşin
tokmağıyla şarkısını renk renk ve duyanlara bir senfoni
sunarlar silik bir tebessümle...
Dönüp dönüp baktığımda gördüğüm keşke
karaltılardan başka olsa ve anadilimin bayrağıyla
salınsam şu bahçede. Zordur temrin ve azdır gece
ziynetlendirmek için günü... Tecrübesizlik, kaçan
fırsatlar...
Yaşam budur işte, enerjisini adımlara saklayan bir
şiir. Nağmelerinde ölüm haykırsa da sözlerinde derman...
Ve yaşamın yıkık talebeleri satırlar şu merdiveni....