Tam olarak hangi duyguları hissettiriyor bu filmler ve bu kitap? Bu kitabın yazarının adını verecek olursak,“ Canım Marcel’ im”,“ Canım Marcel’ im benim”. Bilemiyorum Altan bilemiyorum. Nostalji? Sanmıyorum. Melankoli? Bazen. Çocukluğun o tatlılığı? Bazen. Çocukken kasetten dinlediğimiz grupların vokalistlerini taklit etmeye çalışırdık ve sabahın erken saatlerinde kalkıp yüzmeye giderdik. Bu duygu aynı bizim neslin yarısından fazlasının Bakırköy’ de doğmuş olması gibi bir şey, tamamen mantık dışı ve anlamsız ama sebebini anlayamadığımız bir şekilde hayatlarımızı etkiliyor. Mor ve Ötesi’ ni duyduğumuzda, o günlerde televizyonda sadece Irak Savaşı haberleri olmasına rağmen aklımıza grilikten uzak o eski beyaz günler geliyor. Bizim dünyamız küçüktü çünkü, bizim varlığımızın ötesi kasetçilerde satmayan kasetler gibiydi.
Evren genişlese de Brooklyn için genişlemeyecekti ve M. Swann’ ın gittiğini küçük bir çocuğa haber veren kapı çanı, o küçük çocuk için her şey demek olacaktı.
Mükemmeli görünce içimizdeki orkestra Mendelssohn’ un oda müziğinden Mahler’ in 8. Senfonisine geçer ve parmaklarımız titremeye başlar. Sinemanın ve hayatın korkunçluğu o mükemmellikle birlikte yok olur. Evren parlar ve yağmurun yağmasını isteriz. Mükemmelin var olabileceğini fark ettiğimiz o harika anlar …
İçimiz aşkla ve müzikle dolar, yağmurlar bizi ıslatmaz ve hep yağmur yağmasını isteriz. Peki bu nasıl sona erecek? Bu mükemmellik, bize sanat inancı aşılayan bu güzellik, sonumuzu hangi eser gibi getirecek? Annie Hall’ daki gibi yalnız kalıp üzülecek ve hiçbir şeyi anlayamayacak mıyız yoksa Stardust Memories’ deki gibi her şeyin bir film olduğunu, bütün o aşkların ve çocukluğun kurgusal olduğunu mu göreceğiz? Veya, o büyük Fransız yazarın romanında olduğu gibi, bir gün insanlara baktığımızda toprağa yaklaştıklarını, saçlarının beyazladığını ve herkesin yaşlılık koktuğunu mu fark edeceğiz?