8 Noir 9 | Page 16

İçimiz aşkla ve müzikle dolar, yağ- murlar bizi ıslatmaz ve hep yağ- mur yağmasını isteriz. Peki bu na- sıl sona erecek? Bu mükemmellik, bize sanat inancı aşılayan bu gü- zellik, sonumuzu hangi eser gibi getirecek? Annie Hall’daki gibi yalnız kalıp üzülecek ve hiçbir şeyi anlayamayacak mıyız yoksa Star- dust Memories’deki gibi her şeyin bir film olduğunu, bütün o aşkların ve çocukluğun kurgusal olduğu- nu mu göreceğiz? Veya, o büyük Fransız yazarın romanında olduğu gibi, bir gün insanlara baktığımız- da toprağa yaklaştıklarını, saçları- nın beyazladığını ve herkesin yaş- lılık koktuğunu mu fark edeceğiz? İşin saçma ve sanatsal olan yanı, bütün bunların bizim kontrolü- müz dışında olması. Bir akşam konsere gidiyoruz ve o kon- serdeki mükemmel ışıklar ha- yatımızı güzelleştirecek şekil- de aydınlatıyor her şeyi, hayatı. Buraya kadar zaten kontrol edemi- yorduk ama sonrasında başlaya- cak olan sanatsal süreçte de kont- rol edemiyoruz kendimizi. Sanatı özümsüyoruz, sanat bir trompetin yalın sesi gibi bütün vücudumuzu sarıyor; hareketlerimiz yavaşlıyor içimizde bir şeyler deliler gibi uçu- şurken ve birbirleriyle çarpışırken. En sonunda perde kararıyor ve ha- yat başlıyor, bir daha asla aynı ol- mayacak olan. Biten bir kitabın son sayfasını çevirmek gibi, artık haya- tımıza girmiştir bunlar. İşte Sinema bu; acılarımızı azaltır, ama acıtır da. Atakan Üçgül