Sert tartışmalarla yükselen tansi-
yon, dönemin elektro / house mü-
zik yapan barlarında tepe noktaya
ulaşıyor. Bu kakofonik mizansenler-
den mikroskobik görüntüler eşli-
ğinde son bulan sahne geçişleri ise
seyircinin nefes almasına imkan ta-
nıyan estetik antraktlar niteliğinde.
Campillo’nun yansıttığı bu dağı-
nık ve vahşi kolektif ruh, özellikle
filmin ikinci yarısında birleşerek
Nathan ve Sean karakterlerinin
ilişkisinde vücut buluyor. Perde-
ye yansıyan dünya daha da da-
ralıyor, iki sevgilinin karanlıkta-
ki fısıltılarından ibaret oluyor.
Kapalı mizansenlerden besle-
nen film, Sean’ın hastalığına
odaklanarak rotasını dramaya
doğru çevirse de grubun için-
de birey olmanın anlamını sor-
guladığı ölçüde ilk yarının gidi-
şatına sadık kaldığı söylenebilir.
Nitekim, finalde hem psikolo-
jik hem de fiziksel olarak tüm
karakterlerin bir araya gelmesi,
çemberi tamamlayarak yönet-
menin filme hak ettiği nokta-
yı koyduğunu kanıtlamaktadır.
120 battements par minute, haya-
tın içinde olmanın, nefes almanın,
başka bir deyişle “var olmanın” ne
demek olduğunu bilen bir gözün
bakışına sahip. Belki de filme can
suyunu veren tam da bu: Yaşaya-
rak bir filmi yaşatmak, her dakika
yüz yirmi kez atan bir kalp ile…
Öykü Sofuoğlu