ÇEMBERİMDE GÜL OYA 1 | Page 98

GERÇEK NEREDE BAŞLIYOR? Altın Post söylencesini her incelediğimde nerede tarih, nerede mit başlıyor,kestirilemez olduğunu düşünmeden edemiyorum. Perşembe’nin Çaytepe Köyü yakınlarındaki Yason Burnu, adını İason’dan mı almıştır mesela? Okudukça Yunanlıların Karadenizde kolonileşmeye başlamaları, cesur ve keşfetmeye istekli (ya da bilemiyoruz, belki de yağmacı) bazı denizcilerin aşılamaz diye düşünülen kimi deniz mitlerini aşmaları sonucu mu gerçekleşmiştir? Karadeniz’in mitolojik, geçit vermeyen “çarpan kayaları”ilk kez Argo’ya geçit verip ,ondan sonra mı sabitlenmişlerdir. Yoksa bunun efsanevi kayalarla ilgisi bulunmadığı, bir çok gemiyi yutmuş Karadeniz girişindeki akıntıların neden olduğu mu anlaşılmıştır? Yakın zamana kadar Argo gibi bir geminin Çanakkale boğazından geçemeyeceği mitini bile ancak 1984 te, İngiliz yazar Tim severin ,benzer bir tekneyle boğazı geçerek kanıtlayıp çürütmüştür. ASARKAYA EFSANESİ Yıllarca önce bu köyde iki kardeş varmış. Bu kardeşlerin kalabalık bir koyun sürüsü mevcutmuş. Sürünün çobanları ise iki kardeşin çocukları olan Zedef ile Mehmet imiş. İki kardeş koyunlarını köy dışında Gümüşlük denilen mevkide otlatıyorlarmış. Bir gün Mehmet: – Zedef, demiş, ben yorgunum, sen biraz odun yar, akşama ateşimiz bol olsun, Zedef baltayı alıp, odun yarmağa başlamış. Zedef’in odun yarışını seyreden Mehmet, birden heyecana kalkmış. – Zedef, sen erkek değil kızsın… Diye bağırmış. Yıllardan beri saklanan sırrın meydana çıktığını gören Zedef’in elindeki balta yere düşmüş… Emmisi oğlu Mehmet’ten ve çok sevdiği sürüden ayrılacağını düşünerek, içi burkulmuş, titreyen sesiyle: – Artık bir arada bulunmamız imkânsız. Sana sağlık, bana selamet, diyerek köyün yolunu tutmuş. İki kardeş çocuğu bir daha müşterek bir durumda çobanlık yapamamışlar. Ayrılık ikisine de çok ağır gelmiş. Kavalıyla baş başa kalan Mehmet’in günleri hep üzüntülü geçiyormuş. -Ah, diyormuş Zedef’in odun yararken kız olduğunu anlamasaydım; ondan ayrılmasaydım. Zedef ise, sırtında o güne kadar taşıdığı erkek elbiselerinden sıyrılmış, ev işlerine dalmış. Günün birinde uzak ellerden gelen eşkıyalar sürüyü basmışlar, köpeği öldürüp, Mehmet’in kollarını kayışla bağlayarak, davarları önlerine katıp, yola koyulmuşlar. Bu halden büyük üzüntü duyan Mehmet, tek kurtuluş ümidini, kavalına bağlamış, eğer haramiler izin verirse, başına gelen felâketi kavalıyla Zedef’e duyurmaya çalışacak. Ama bir düşüncesi var: -Ya Zedef evde bulunmazsa? Bu düşüncelerle kafası allak, bullak olan Mehmet, köyünün karşısındaki sırta varınca, baskıncılara yalvarır: – Ağalar, köyümün karşısında son bir ayrılık kavalı çalmama izin verir, ne olur? Der. Harami başı gözü yaşlı çobana acır: – Haydi, çal der. Mehmet bir kayanı dibine çöker, köyüne döner, kavalını üflemeye başlar. Artık kurtuluş ümidi sadece bundadır. Çoban Mehmet kavalıyla Zedef’e şunları söyler: