AH ŞU GÖKDELENLER
Sabahattin Yücel
Ali her evden çıkışında ilk önce sola dönerdi birkaç adım attıktan sonra aslında
sağın daha yakın olduğunu fark edip geri dönerdi. Aslında bu onun alışkanlığıydı.
Her çıkışında bir daha yapmam demesi gibi. Çok geçmeden mahalle parkına geldi.
Bildiği bakkala uğradı. Bildiği yollardan geçti. Bildiklerine selam verdi. Gökdelenleri
düşündü yine. Ah şu gökdelenler! Güzelim şehri mahvettiler. Yeniden doğar gibi
baştan her başlayışında bunları yapardı. Aslında bunları hep yapması da bir
alışkanlıktı. Gökdelenleri düşünmesi de öyle. Yedikule'nin orada dolmuş bekleyen
kalabalığa katıldı. Sanki sırdaş bir dostluktu bu kalabalık. Hep aynı yüzler beklerdi
burada. Memuru, işçisi aynı dolmuşa binerdi. Siyaset, ay sonu, ev işleri gibi dünya
işleri konuşulmaya başlandı mı yol hemen bitiverirdi. Ama Ali hiç tanışmadı hiç
biriyle. Belki de bu hiç onun için var idi. Var olmak belki de hiçlikten geçiyor diye
düşünüyordu. Bilmiyordu.
Ali seyretmeye doyamazdı denizi. Öyle ki Ali uzun uzun seyre dalınca Sevda
atılıverirdi. 'Bir bu zamanda okuyamıyorum gözlerini, ne düşünüyorsun?' derdi,
derdi ama demesi Ali'nin anlatmasına kâfi değildi. Belki babasının ihtirasını
seyrediyordu. Belki anasının yalnızlığına isyan ediyordu. Bilmiyordu.
Baştan sonlanmıştı Ali'nin hikâyesi. Babası zengindi. Malı, itibarı tüm vilayette
bilinirdi. Kader işte bir gecede mahvoldu dünya nimetleri. Sessizliğe mahkûm oldu
tüm tantana. Babası bir dost edinmişti kendine. Öğrenmişti anası nereden bilinmez.
Sonraları ahı tutmuştu. Çok geçmeden kalpten gitmişti adam. Ali küçüktü babası
göçünce ama bilirdi hatırasını. Yalnız kaldığını da bilirdi. Anası ise bir başına
kalmıştı dünya ilinde. Bir eve kapanmıştı. Geriye bir Ali bir dünya kalmıştı. Ne
yapacaktı bu iki başa çıkılmazla. Bilmiyordu.
Dolmuş nihayet gelmişti Şişhane'ye. Şoför bir yandan acele acele para sayıp bir
yandan yolcuların inmesini bekliyordu. Ali yürümeye başladı, Tarlabaşında bir
büfeden sigara alıp düşünmeye başlamıştı gökdelenleri. Ah şu gökdelenler! Güzelim
şehri mahvettiler. Hızlı hızlı geçiyordu arabalar. Bir taksi yanaştı, el etti Ali git diye.
Mini etek giymiş bir kadın ağlıyordu. Laf yemişti besbelli kendini yiğit sanan bir
müptezelden. Midyeci iri yarı bir adama limonlayıp midye yediriyordu. Çocuğun teki
kaldırımda oynayacağına dileniyordu. Bir polis kimlik soruyordu.
Sessizlikten hiç sarsılmıyordu, hiçten de öyle. Bir bitirişi vardı ki nasıl olurda bir
bitmişlik başka başlangıçların izi olmasın? Diyordunuz. Nasıl yapabiliyordu
gökyüzüne söz geçirebilmeyi? Nasıl..? Ah nasıl diye başladı işte hikâye. Hikâye, neye
göre? Basit, çalakalem yazılmış lise edebiyat kitabındaki gibi mi? Bilmiyordu
18