voir | Page 24

VOIR PROFİL YILMAZ DEĞİL, SAATÇİ YILMAZ Tarih 1984 yılını gösterirken, Yılmaz Bey, eniştesiyle birlikte Çuhacı Han’da kendi dükkânını açtı. Para yok, sermaye yok… Borç, harç, sabah 6, gece 11-12’lere kadar çalışmaya başladılar. Mağazalara bile ürün vermeye başladılar, ta ki 1991 yılına kadar. Nedense işl er bıçak gibi kesildi. Piyasada kriz yaşanıyordu. “Ne yapalım, nasıl kurtaralım?” derken, bir gelişme dikkatini çekti Yılmaz Bey’in. Bir altın saat furyası başlamıştı. Sipariş verenler oluyordu. İlk siparişi Mahmutpaşa’da sokak satıcısından aldığı bir saatle yaptı. Sonra üç, beş altın saat siparişi daha geldi. Artık kendi yaptıkları saatleri bile beğenmeme noktasına gelmişlerdi, sürekli kalıp değiştiriyorlardı. İşler iyi gidiyordu, ama bu kez de “İtalyan saat var mı?” diye soranlar başlamıştı. Demek ki moda artık İtalyan saatlerdi. İtalya konsolosluğuna gidip, İtalya’daki saat sektörüne ilişkin bilgi almaya çalıştı. İtalyan saat sektörünü anlatan ve içinde buradaki fabrikaların adreslerinin bulunduğu bir kitap verdiler. Bu firmaların hemen hepsine faks çekti. Ama sadece bir kaçı geri dönüş yaptı. İtalyanca bilen bir tanıdığı ile birlikte İtalya’nın yolunu tuttu. Tabi para kısıtlı, hem tercümanın, hem kendilerinin masraflarını zar zor karşıladı. Buz gibi, soğuk bir havada, bin bir maceradan sonra; mısır tarlalarının, köylerin vs. aralarından geçerek fabrikaya ulaştılar. Ürünleri inceleyip, o heyecanla 500 adet sipariş verdiler. Ama sonra o kadar altınlarının olmadığını fark edip, sipariş sayısını 25’e düşürdüler. Siparişler geldi, ilk heyecanla tasarladılar, hemen satıldı. İşi büyütmeleri gerekiyordu. Bankadan altın kredisi çektiler. 24 İşler iyi gidiyordu. Dükkânın her tarafı ışıl ışıl altın saatlerle ışıldıyordu, elbette Yılmaz bey’in de içi aydınlanıyordu. Sadece altın kaplama saat yapmakla da kalmadı; kordon, cam kurma kolu kadranları, safir camları, deri kayışları incelemeye başladı. İsviçre’den getirtti. Artık çeşit çeşit ürünleri vardı. Neredeyse tüm Akdeniz’e pazarlıyordu. hmu67Saati Türkiye’ye tanıttı. HİKÂYEDE YATAN GERÇEK 2008 yılında yaşanan ekonomik sıkıntılar sonucu altın fiyatları yükseldi ve alım gücü düştü. Yılmaz Bey bunun üzerine 2011’de bu maceraya son vererek, yeni bir heyecana yelken açtı. 150 yıllık tarihi bir binayı satın alıp, restore ettirdi ve Miniature Butik Otel’i hizmete soktu. Şimdi sıfırdan otelciliği öğreniyor. Geçmişteki tecrübesine, girişimciliğine bakınca başarılı olacağı elbette kuşkusuz. Hedefi, tarihi yarımadaya yeni bir soluk getirmek. Yukarıda bahsettiğimiz, ofisinin girişinde yer alan saat tasarım ve tamirinde kullanılan malzemelere gelince; onlar nostaljik olarak orada duruyorlar. En fazla eş, dostun saatini, küpesini, kolyesini tamir ediyor Yılmaz Bey burada. Kim bilir, bu bölüme, aletlere her baktığında, acı veya tatlı hangi anısını hatırlıyordur. Hiçbir hikâye bu sayfalara sığmaz. Hele hele Yılmaz Bey gibi zeki, girişimci, sürekli araştıran, öğrenen ve bunları yaparken bin türlü sorunla, insanla karşılaşan birinin hikâyesi anlatmakla bitmez. Ama Yılmaz Bey’in hikâyesinde bir Türkiye gerçeği yatıyor. Ustaya; değere, emeğe değer vermeme, önemsememe. İşte bu nedenle beyin göçünün önüne geçemiyoruz ve yine bu nedenle özlenen sanayi devrimini gerçekleştiremedik, ileri demokrasiye ulaşamadık.