EVE DÖNÜŞ
na duruyordu. Tehlikeden habersiz, eve dönmenin bir yolunu
arıyormuşçasına gökyüzüne boş boş bakıyordu.
Dört bir yanda parçalanmış cesetler vardı. Dudaklarında
hâlâ yürek burkan veda sözlerinin hayaletini taşıyan, görmek
için her şeylerini feda ettikleri mavi gökyüzünü bir an bile görememiş insanlar. Burada yalnızlığa terk edileceklerine keşke
geride kalıp son nefeslerini aileleri ve arkadaşlarıyla birlikte
verselerdi.
Hâlâ dengesini bulmakta zorlanan Glass, düşe kalka yerde
yatanlara yaklaşırken o cansız yüzlerin hiçbirinde Luke’un güçlü çenesini, dar burnunu ve kıvırcık sarı saçlarını görmemek
için tüm gücüyle dua ediyordu. İlk kişiye bakınca buruk bir sevinçle oh çekti. Luke değildi. Eşit derecede korku ve umutla bir
sonraki cesede geçti. Ardından bir sonrakine. Nefesini tutarak,
insanları yana çeviriyor veya üzerlerindeki ağır enkaz parçalarını itiyordu. Hırpalanmış, kanlar içindeki her yabancı karşısında
rahat bir nefes alan Glass, Luke’un hâlâ hayatta olabileceğine
inanmak istiyordu.
“İyi misin?”
Glass irkilerek başını sesin geldiği yöne çeviriverdi. Sol
gözünün üzerinden yaralanmış bir adam, merakla Glass’a bakıyordu.
“Evet, iyiyim,” dedi istemsizce.
“Emin misin? Şok insan vücuduna tuhaf şeyler yapabilir.”
“Ben iyiyim. Yalnızca şeyi arıyorum...” Sesi kesildi, göğsündeki panik ve umudu sözcüklere dökemedi.
Adam başını salladı. “İyi. Bölgeyi çoktan kontrol ettim ama
17