Kass Morgan
yolundan alıkoyacaktı ama yürümeye devam etmesi gerektiğini biliyordu. Kadının acısını hafifletecek hiçbir şey yapamazdı. Wells’in kız arkadaşı Clarke gibi doktor değildi ki...
Hatta hep doğru zamanda, doğru şeyi söylemeyi bilen Wells
veya Luke gibi, sosyal bir insan da değildi. Gezegende tek
bir kişiye yardım edecek gücü vardı ve iş işten geçmeden onu
bulmak zorundaydı.
“Özür dilerim,” diye fısıldadı Glass, acıdan yüzü çarpılan
kadına dönerek. “Sizi almaya geleceğim. Gidip şeyi... Birini
bulmam gerek.”
Kadın dişlerini sıkıp başını salladı, sıkıca kapattığı gözlerinden yaşlar süzüldü.
Glass bakışlarını kadından ayırıp ilerledi. Gözlerini
kısarak, önündeki sahneyi anlamlandırmaya çalıştı. Karanlık, sersemlik, duman ve Dünya’da bulunmanın şoku
bir araya gelince, her şey bulanıklaşmıştı sanki. Nereye
baksa, gölün kenarına inen gemilerin bıraktığı, için için
yanan enkaz yığınlarını görüyordu. Uzaktan, ancak ağaçların belli belirsiz silüetlerini seçebiliyordu ama oraya
kaçamak bir bakıştan fazlasını atamayacak kadar endişeliydi. Eğer Luke’la beraber bakamayacaksa ağaçlar, hatta
çiçekler neye yarardı ki?
Gözleri bir kazazededen ötekine gidiyordu, hepsi de hırpalanmış ve şaşkındı. Yaşlı bir adam gemiden kopan geniş bir
metal parçasına oturmuş, başını ellerinin arasına almıştı. Suratı kanlar içinde bir çocuk, kıvılcımlar çıkararak cızırdayan
karmakarışık kabloların ancak birkaç metre ötesinde tek başı16