GİRİŞ
Bir yıl sonra Bostancı Sahili…
O
sıralarda, sahildeki bankta tek başına oturan genç kızın burçak tarlalarını
andıran sarı, upuzun saçları ona inat rüzgârda ahenkle savruluyordu. Yoldan gelip geçen
kimseyi görmüyordu kaygıyla koyulmuş güzelim gözleri, boşluğa bakar gibi donuk
bakıyordu denize. Zaman gece vaktini hayli geçtiğinden, oturduğu bankı sadece elektrik
direğinden sızan ince, titrek, cansız bir ışık aydınlatıyordu. Sise yüz tutmuş karanlıkta,
aldığı nefesler içini yakıyor, verdiği soluğu buhar olup geceye karışıyordu. Önünden
geçen herkes ona acıyan gözlerle garipçe bakıp, kimileri de üzülüp kafasını sallayarak
geçip gidiyordu. Baharı kıskandıran mavi gözleri solmuştu; içinden kan damlası gibi
sızarak akan her kederli yaş kızarmış yanaklarını yıkıyor, birinin ardından diğeri
süzülüyordu. Gözkapakları her rehavetle titreşmesinde, upuzun kıvırcık kirpiklerinden
yanağına titreşerek dokunuyordu. Hıçkırıklarla durmak bilmeden sarsılan narin
omuzları, her hıçkırıkta daha bir güçlü inip kalkıyordu. Gözyaşlarını titreyen elinin
tersiyle sildi buz gibi olmuş yanaklarından...
Gözleri sonsuz maviliklerin karanlığına bakıyor… bakıyor lâkin görmüyordu. Ona
her zaman sakinleştirici etkisi veren, ferah, serin, kokusuna karışmış o çok sevdiği dalga
seslerini bile duymuyordu sağırlaşmış kulakları. Nasıl duysun ki? Kulaklarında hâlâ tek
bir ses, üç cümleye sığdırılmış tek kelime çınlayıp duruyordu:
“Ben ayrılmak istiyorum!”