Kapıdan çıkarken bunun ne kadar gülünç bir açıklama olduğunu fark ettim; APD’nin emektar bir dedektifi olan Bob
Amca, iş araştırma yapmaya geldiğinde, maça asıydı. Bense
olsam olsam, kupa üçlüsü olurdum.
Arkadaşım Pari’nin sokağın aşağısındaki dövmeci salonu na
yürürken Ubie’nin peşime taktığı adamı görmek için so kağı
taradım, ama şansım yaver gitmedi. Yetenekli biri olmalıydı. Bob
Amca peşime acemi birini takmazdı.
Pari’nin dükkânının önünde durdum; bunun sebebi dövmeye
ihtiyacım olması değil, Pari’nin auraları görebilmesiydi. Auraları
ben de görebiliyordum, ama geçen yıllarda bir şey kaçırmış
olabileceğimi düşünüyordum. Auraları, ölü in sanları ve Şeytan’m
oğlunu görebiliyorken, neden şimdiye kadar tek bir iblis bile
görmemiştim? Kahretsin, bırakın beni bulmak için uğraşmalarını,
Reyes söyleyene kadar iblislerin varlığından bile haberdar
değildim. Benim içimden geçmek istiyorlardı. Başka bir gerçeği
fark ettiğimde, nefesim kesildi. iblisler, hatta Şeytan’m ta kendisi
bile gerçekten varsa, melekler de var demekti. Cidden, dünyadan
nasıl bu kadar habersiz olabilmiştim?
Neyse ki Pari benim bilmediğim, 1970 model Plymouth
Duster’ların motorları hakkkmda avans ayarı dışında bir şey
biliyordu. Ben arabaların avans ayarı olduğunu bile bilmi yordum
-bu arada, dövmeci dükkânları genellikle bu kadar erken saatte
açılmazdı, bu yüzden Pari’nin dükkânının ön kapısını açık
gördüğümde şaşırdım, içeri girdim.
Onun arka taraftan “Işık lazım” dediğini duydum.
Bir erkek sesi, “Hemen” dedi.
Sonra, Pari’ye arkasından yaklaşırken, arka odada ayak sesleri
duydum. Bir dişçi koltuğunun altına eğilen Pari’nin dizlerinin
dibinde elektrik kablolarından bir yığın vardı.
Telleri sessizce birbirinden ayırırken, “Teşekkürler” dedi.
Arka odadaki adam, “Ne?” diye seslendi.