de kana bulanmış bir tişört ile blucin vardı. Onun başını tutarak,
“Reyes” dedim. Koyu renk saçları sırılsıklamdı. Yüzünde ve
boynunda, pençe izleri gibi büyük kesikler vardı, ama kanın çoğu
göğsündeki, sırtındaki ve kollarındaki derin, öldürücü yaralardan
akıyordu. Kendisini savunmuştu, ama neye karşı?
Kalbim yerinden fırlayacaktı. “Reyes, lütfen” dedim. Onun
yüzüne dokunduğumda kandan kızıl bir renge bürünüp sert leşmiş kirpikleri kıpırdadı. Reyes bir anda bana saldırdı. O
homurdanırken siyah cüppesi etrafında, etrafımızda şekil buldu
ve bir el boğazıma uzandı. Kalbimin tekrar atmaya başlamasına
kadar
geçen
sürede
duşakabinin
duvarına
savruldum
ve
yüzümün önüne jilet gibi keskin bir bıçak uzandı.
Şuurumu kaybetmeye başlarken güçlükle, “Reyes” dedim;
boğazımdaki baskı çok kesin, çok ısrarcıydı. Artık onun yü zünü
göremiyor, yalnızca karanlığı, Reyes’m bir parçası olan, onun
kimliğini
benden
bile
koruyan,
dalgalanan
cüppeyi
gö -
rebiliyordum. Dünya bulandı, sonra dönmeye başladı. Onun çelik
gibi elleriyle mücadele ettim ve yiğitçe dövüştüğüme inanmak
istesem
de,
kollarım
ile
bacaklarımın
kendi
ağırlıklarını
taşıyamayacak kadar güçsüz olduklarını hissettim.
iyiden iyiye kendimden geçerken, Reyes’ın vücudunu be nimkine yasladığını hissettim. Bana duman gibi dolanan se siyle,
“Yaralı hayvana dikkat et” dediğini duydum.
Sonra birden kayboldu, yerçekimi beni etkisine aldı ve bir kez
daha, bu kez yüzüstü yere düştüm. Aklımın derinlikle rinde bir
yerde, kendimi berbat hissedeceğimi biliyordum.
Doğduğum gün çok tuhaf bir şey oldu. Karanlık bir figür beni
annemin rahminin hemen dışında bekliyordu. Üzerinde başlıklı
bir pelerin vardı. Pelerini etrafında dalgalanıyor, doğum odasını
yumuşak
bir esintiyle
uçuşan duman gibi yük selen siyah
dalgalarla dolduruyordu. Yüzünü göremesem de,