haftı. Adam, Cookie’nin bagajmdayken aklı başında görünmüştü.
Saçımdaki kremi durulamak için istemeye istemeye geriye
uzandım; gözlerimi zorla açık tutarak adamın beni izle yişini
izledim. Hiç olmazsa, beni izlediğini düşünüyordum. “Daha
kahvaltıda çılgınca başlayan ve yokuş aşağı giden bir gün
yaşadın mı hiç?”
Deli olan ve belli ki pek konuşkan olmayan adam, cevap
vermedi. Adamın ne zaman öldüğünü merak ettim. Belki o kadar
uzun zamandır dünyada avare avare dolaşıyordu ki, aklını
kaybetmişti. Bir keresinde böyle bir film izlemiştim. Tabii adam
öldüğünde gerçekten evsizse, akıl hastalığı haya tında büyük bir
rol oynamış olabilirdi.
Ben suyu kapatırken adam yukarı baktı. Ben de yukarı
baktım. Çoğunlukla, o baktığı için. “Ne oldu, koca adam?” Tekrar
ona baktığımda, ortadan kaybolmuştu. Ölülerin sıklıkla yaptığı
gibi aniden gitmişti. Bir veda bile etmeden. “Öbür tarafta
görüşürüz” demeden. Gidivermişti. “Saldır ba kalım, oğlum.” Öyle
kalacağını umuyordum. Kahrolası ölüler.
Havluyu almak için uzandığımda, kolumdan kızıl damlalar
süzüldüğünü fark ettim. Yukarı baktığımda tavanımda yarası
hâlâ kanayan birinin kan lekesi gibi yayılmakta olan koyu
kırmızı bir daire gördüm. Ben daha “Ne oluyor b..” de me fırsatı
bulamadan, biri tavandan düştü, iri ve ağır biri. Adam resmen
üzerime düştü.
ikimiz birlikte, gövde, kol ve bacak yığını halinde yere düştük.
Maalesef
salt
çelikten
yapılma
birinin
altında
yere
mıhlanmıştım, ama bir şeyi hemen fark ettim. Adamın imzası
gibi olan, gelişini müjdeleyen sıcaklığını hissettim. Evren deki en
güçlü
varlıklardan
biri
olan
Reyes
Farrow’un
altından
debelenerek çıktım ve tepeden tırnağa kanla kaplı olduğumu fark
ettim. Onun kanıyla.
“Reyes” diye seslendim korkuyla. Reyes baygındı, üzerin