ledim. içeri zorla girdiklerinden kuşkulandığım iki adam la baş
etmeden önce, kendime gelmeye ihtiyacım vardı. Dev André’ye*
benzeyen üçüncü bir adam dış kapının önünde dikilmişti. En iyi
arkadaşım Cookie yakın bir gelecekte içeri daldığı takdirde,
adamın başı fena ağrıyacaktı.
Kendimi kör etmemek —ve böylece rakiplerime haksız yere
avantaj vermemekiçin tezgâhın altındaki düşük vatlı lambalardan
birini açtım ve Bay Kahve’yle olan randevuma icabet ettim.
André arka tarafıma bakakalmıştı. Muhtemelen kıçımda LEZİZ
yazan bir boxer ’la dolaştığım için. Üzerime bir şeyler
geçirebilirdim, ama burası benim evimdi. Da vetsiz geliyorlarsa,
hayatıma giren başka herkes gibi onlar da cennetten bir parça
görmeye razı olacaklardı.
Konuklarım beni izlerken makinenin filtresine kahve doldurdum, açma düğmesine bastım, sonra da bekledim. Yeni
makinem, eskisinden çok daha hızlı kahve yapıyordu, ama bu
yine de rahatsız edici bir üç dakika demekti. Dirseklerimi tezgâha
dayayarak konuklarımı inceledim.
Adamlardan biri -patron olduğunu tahmin ettiğimtek kişilik
koltuğumda oturuyordu; ceketini çıkarmıştı, silahı omuzdan
bağlanan siyah bir kılıfta, apaçık ortadaydı. Elli yaşlarında
görünüyordu; düzgünce kesilip taranmış, kırlaşan kahverengi
saçları ve aynı renkte gözleri vardı. Yüzünde ha kiki bir merakla
beni incelemekle meşguldü.
Gelgelelim yanındaki adam, tehlikeli olan, içinde zerrece
merak barındırmıyor gibiydi. Benim boylarımdayd ı, saçları siyahtı, Asyalılara özgü kum rengi bir teni vardı. Tetikte, ne redeyse hazır olda duruyordu; kasları gergin, gerektiğinde öldürmeye hazırdı. Adamın meslektaşım mı, yoksa fedai mi olduğundan emin değildim. Arkadaşı gibi omuzdan bağlanan bir
silah kılıfı yoktu, bu da kendisini ya da meslektaşlarını ko rumak
için silaha ihtiyaç duymadığı anlamına geliyordu. Bu
* Fransız güreşçi André René Roussimoff'un lakabı, (yay.n)