farksız olabilirim. Tek yapmak istediğim bu mezardan kurtulup saraya geri dönmek. Benim için
geriye kalan tek şey hırs."
Anne, Boleyn Büyükanne, Bebek Catherine ve ben zorunlu bir birliktelik içinde yazı geçirmek
üzere şatoya yerleştik. Güçlenip de özel bölgelerimdeki acı hafiflemeye başladığında atıma
tekrar binip akşamü2erleri gezmeye başladım. Weald'in tepelerine kadar vadimizin her
köşesini dolaştım. Otlakların ilk hasattan sonra yeniden yeşerişini, kuzuların yeni yünleriyle
beyazlara bürünüşünü gördüm. İlk ekinlerini biçmek üzere buğday tarlalarına giden orakçılara
iyi hasatlar diledim ve biçtiklerini kocaman at arabalarına yükleyip ambarlara, oradan da
değirmenlere götürüşlerini izledim. Orakçıların kalan son ekinlerin arasında tuzağa düşen
tavşanların peşine köpeklerini salmasının hemen ardından hep birlikte bir tavşan ziyafeti
çektik. Yavruları sütten kesilsin diye ineklerin onlardan nasıl ayrıldığını seyrettim. Hayvanlar
çitin önüne toplanıp toslayarak ve kafa atarak koca setleri yıkmaya çalışıp böğürerek
yavrularına seslendiklerini görünce kendi göğüslerimin dolup sızladığını fark ettim.
"Unutacaklar, Bayan Carey," dedi çiftçilerden biri beni teselli etmeye çalışarak. "Birkaç günden
fazla ağlamazlar."
Adama gülümsedim. "Keşke yavrular biraz daha yanlarında kalabilseydi."
"İnsanlar için de, onlar için de dünya acımasız," dedi katı bir sesle. "Yavruların uzaklaşması
lazım, yoksa tereyağı-nızla peyniriniz nereden önünüze gelecek?"
BOLEYN KIZI ¦ 201
Meyve bahçelerindeki elmalar büyüyüp kızardı. Mutfağa gidip aşçıdan akşam yemeği için bize
kocaman elma tatlıları yapmasını istedim. Erikler kocaman oldu, kızardı, derileri çatladı, yazın
sonlarında kendini gösteren tembel yaban arıları ağaçların arasında vızıldayıp bu şuruplarla
sarhoş oldu. Havada hanımeli ve dalında olgunlaşan meyvelerin kokusu vardı. Yaz hiç bitmesin
istiyordum. Belleğimin hep böyle minicik, böyle mükemmel, böyle güzel kalmasını istiyordum.
Gözleri bebek mavisinden neredeyse siyah görünecek kadar koyu bir laciverde dönüyordu.
Huysuz halası gibi koyu renk gözlü bir afet olacaktı.
Beni gördüğünde arada bir gülümsüyordu, onu tekrar tekrar sınıyordum. Bebeklerin iki üç
yaşına gelene dek kör olduğunu, beşiğin başında ona şarkı söyleyerek, ağaçların altına kilim
serip kendi avuçlarını gıdıklaması için parmaklarını ayırarak, ayak parmaklarını kemirmesi için
minik ayağını ağzına götürerek boşa vakit harcadığımı iddia eden Boleyn Büyükanneyle sık sık
bozuşuyordum.
Kral bana bir kere yazdı, avını ve avladıklarını anlatıyordu. Görünüşe bakılırsa o tatmin olana
kadar New Forest'ta geyik kalmayacaktı. Mektubunun sonunda saray eşrafının ekimde
Windsor'da olması gerektiğini, oradan da Noel için Greenwich'e geçeceklerini ve tabii ki, ablam
olmadan ve öpücükten başka bir şey göndermediği bebeğimiz de olmadan beni orada görmek
istediğini yazmıştı. Bebeğimize öpücük göndermesi hoş bir şefkat göstergesi olmasına rağmen
dileklerim ne olursa olsun, kızımla geçirdiğim yazın sona ermek üzere olduğunu biliyordum.
Bebeğini bırakıp tarlaya gitmek zorunda olan bir çiftçi kadın gibi benim de işimin başına dönme
zamanım gelmişti.
Xı§ 1524
Kralı Windsor'da mutlu bir ruh hali içinde buldum. Av iyi geçmişti, ekibi muhteşemdi. Kraliçenin
yeni nedimelerinden biri, saraya yeni gelen bir Howard kuzenim Margaret Shelton'la
flörtleştiğine dair söylentiler vardı. Diğer bir hikâyeyse gerçek olmaktan öte komikti. Kral,
bütün çitlerden atı kendisininkiyle kafa kafaya atlayan hanımlardan birini atıyla geçememenin
verdiği ümitsizlikle çalıların arkasında düzmüş, sonra da kadının elbisesini düzeltmesine fırsat
bırakmadan atına atlayıp gitmişti. Kadın biri gelip onu semere oturtana dek yerde çakılı kalmış,
benim yerimi alma umutları da böylece suya düşmüş.
Müstehcen içki maceraları dillerdeydi ve ağabeyim George bir barda çıkan arbedede gözüne bir
yumruk yemişti. Ayrıca uşaklard