Test Drive | Page 36

Elimi başıma götürdüm. "Başlığım!"diye haykırdım. "Anne, çabuk! Saçlarımı ör." Anne hayır der gibi başını iki yana salladı. "Öyle git," dedi. "Saçların öyle omuzlarına dökülsün. Düğün gecesindeki bakireler gibi görünüyorsun. Haksız mıyım, George? Onun da istediği bu." George başıyla onayladı. "Böyle çok hoş. Korsesini biraz gevşet." "O bir hanımefendi." "Azıcık," diye önerdi George. "Bir erkek alacağı şeyin ucunu görmekten hoşlanır." Anne korsemin arkasındaki ipleri kemikten karın kısmı biraz gevşeyene kadar açtı. Belini davetkâr bir biçimde aşa88 ¦ Philippa Gregory gıda duracak şekilde iyice çekti. George işte böyle der gibi başını salladı. "Mükemmel." Anne geri çekilip babamın aygıra gönderdiği kısrağa baktığı gibi tartan gözlerle bana baktı. "Başka bir şey var mı?" George başını iki yana salladı. "Bence yıkansa iyi olur," diye karar verdi Anne aniden. "Hiç olmazsa kollarının altıyla ön tarafını." Umutla George'a döndüm ama bir çiftçi gibi hışımla başını sallayarak onaylıyordu. "Evet, yıkansan iyi olur. Kötü kokulardan tiksiniyor." "Haydi." Anne ibrikle tası işaret etti. "Siz dışarı çıkın," dedim. George kapıya döndü. "Dışarıda bekliyoruz." "Kalçalarını da," dedi Anne kapıyı kapatmadan evvel. "Cimrilik etme sakın, Mary. Her tarafın tertemiz olmalı." Kapanan kapıyla birlikte dilimin ucunda duran ve bir leydiye pek de yakışmayacak olan cevabımı yuttum. Soğuk suyla çabucak yıkanıp kurulandım. Anne'in çiçek suyundan bir miktar alıp boynuma, saçlarıma ve bacaklarımın üst kısmına sürdüm. Sonra kapıyı açtım. "Temizlendin mi?" diye sordu Anne sertçe. Evet der gibi başımı salladım. Endişeyle bana baktı. "Haydi o zaman. Dediğim gibi, biraz direnebilirsin. Tereddüt ediyormuşsun filan gibi yap. Hemen öyle kollarına atlama." Başımı ondan öteye çevirdim. Bana bu konuda baştan sona son derece duygusuznıuş gibi geliyordu. "Kız biraz keyfini çıkarsın," dedi George anlayışla. Anne hemen atıldı. "Onun yatağında değil," dedi sertçe. "Oraya kendi keyfi için değil, adamın keyfi için gidiyor." BOLEYN KIZI ¦ 89 Onu duymadım bile. Tek duyduğum kulaklarımda atan kalbimin sesi, tek bildiğim beni çağırdığı ve birazdan onunla birlikte olacağımdı. "Haydi," dedi George. "Gidelim." Anne odaya dönmek üzere yürüdü. "Seni bekleyeceğim," dedi. Durakladım. "Bu gece dönmeyebilirim." Başıyla onayladı. "Umarım dönmezsin. Ama yine de seni bekleyeceğim. Şöminenin başında otuaıp günün doğuşunu seyredeceğim." Bir an ben İngiltere Kralının yatağında, sıcacık kollarında okşanırken onun tek başına odada oturup beni bekle--mesini düşündüm. "Tanrım, yerimde olmayı istiyorsundur," dedim aniden büyük bir sevinçle. Cevap vermekten çekinmedi. "Tabii ki. O kral." "Ve beni arzuluyor," dedim, çekici çivinin tam ortasına oturtarak. George eğilip bana kolunu uzattı ve beni büyük salonun önündeki hole giden dar basamaklardan aşağı indirdi. Basamaklardan sanki iç içe geçmiş hayaletler gibi indik. Kimse geçtiğimizi görmedi. Şöminenin küllerinde uyuyan bulaşıkçılar ve odanın etrafındaki masalara başını koyup sızmış yarım düzine adam vardı. Yüksek masayı ve kralın odalarının başladığı kapıları tek tek geçtik. Renkleri ay ışığında parlak ipeklerden elde edilmiş çok güzel halılarla kaplı bir dizi geniş basamak vardı. Dinlenme odasının önünde silahlı iki adam duruyordu, beni sapsarı saçlarım açık, yüzümde kendimden emin gülümsemeyle görünce açılıp yol verdiler. Çift kapılı dinlenme odası beni çok şaşırttı. Bu odayı her gördüğümde insan dolu olurdu. Burası herkesin kralı gör-