Test Drive | Page 165

"Ama birbirimizden hoşlanmamızı ne engelleyebilir ki?" "Ailemle yaşayacağını feci sorunlar." "Bu sizin için bu kadar önemli mi? Ablasının emrinde hazır bulunan yüksek düzeyli ama yalnız bir kadın olmaktansa, düşük düzeyli bile olsa bir arkadaşınız, gerçek bir arkadaşınız olmasını tercih etmez miydiniz?" Başımı ondan öteye çevirdim. Anne'in hizmetinde olma düşüncesi her zaman olduğu gibi yine canımı sıkmıştı. "O halde, yarın Hever'a giderken size eşlik ediyor muyum?" diye sordu, bilerek havadaki büyüyü bozarak. "İsterseniz evet," dedim kaba bir tavırla. "Bütün erkekler aşağı yukarı aynı nasıl olsa." Bu lafıma neredeyse gülmekten katılıyordu ama benimle tartışmadı. Beni daha fazla meşgul etmedi ve ahırların olduğu yerden ayrılırken peşimden koşup kendisinin diğer BOLEYN KIZI ¦ 449 erkeklerle aynı olmadığını söylemesi için can attım. Buna kesinlikle inanabilirdim. Yukarı odama çıktım ve Anne'i heyecandan pırıl pırıl bir yüzle aynanın karşısında binici şapkasını düzeltirken buldum. "Gidiyoruz," dedi. "Dışarı gel de bize veda et." Şatafatlı kırmızı kadife elbisesinin kuyruğuna hasırlamaya dikkat ederek basamaklardan aşağı onu izledim. İki devasa çift kanatlı kapıdan geçerek dışarı çıktık. Henry çoktan atına binmişti ve Anne'in siyah atı huzursuz bir halde yanında bekliyordu. Ablamın şapkasını düzeltmek için kralı kapısında beklettiğini dehşetle zihnime kazıdım. Henry gülümsüyordu. Anne istediği her şeyi yapabilirdi. Atına binmesine yardım etmek için iki genç adam öne fırladı ve Anne çizmelerinin altına ezmesi için önünde birleşen bu ellerden hangisinin ona layık olduğunu seçmek üzere duaıp bir an cilveli cilveli düşündü. Kral yola çıkmaları için işaretini verdi ve hep birlikte yo-< la koyuldular. Anne omzunun üzerinden bakıp bana el sal-* ladı. "Kraliçeye gittiğimizi söyle," diye bağırdı. : "Ne?" diye sordum. "Ona hoşçakal mı diyorsun?" Bir kahkaha patlattı. "Hayır. Sadece gittiğimizi söyle diyorum. Gittiğimizi ve yapayalnız kaldığını söyle." Bu nispeti yüzünden peşinden koşup onu atından yere çekebilir, yüzüne bir tokat aşk edebilirdim. Ama kapının eşiğinde krala gülümseyip ablama el sallayarak öylece durdum, ardından atlılar, arabalar, eskortlar, askerler ve tüm hizmetkârlar önümden geçip giderken dönüp ağır adımlarla şatodan içeri girdim. 450 ¦ Philippa Gregory Kapıyı çarparak kapanması için bıraktım. Şato çok sessizdi. Duvarlardaki süslemeler gitmiş, büyük salondaki masaların bazıları alınmıştı, içeride sessizliğin yankıları duyuluyordu. Izgaradaki ateş sönmek üzereydi, korları beslemek için ek kütük istemek ve bira getirtmek üzere hazır bekleyen adamlar yoktu. Gün ışığı pencerelerden içeri süzülüp yerde sarı şeritler oluşturmuştu, toz tanecikleri bu ışıkta dans ediyordu. Daha önce kraliyet sarayında olup da ses duymadığım bir vakit hiç olmamıştı. Şato her zaman cıvıl cıvıl, yapılacak işler, oynanacak oyunlarla dolu olurdu. Sürekli hizmetkârlar azarlanır, basamaklardan aşağı emirler yağar, insanlar içeri kabul edilmeyi ya da kraldan bir lütuf görmeyi bekler, müzisyenler çalgılarını çalar, köpekler havlar, saraylılar cilveleşirdi. Topuklarım taşların üzerinde ses çıkartırken basamaklardan yukarı kraliçenin odalarına çıktım. Kapısına vurdum, parmak uçlarımın tahtaya vurduğumda çıkardığı ses bile sanki olağanüstü yüksekti. Kapıyı itip açtım ve bir an içeride kimsenin olmadığını sandım. Sonra onu gördüm. Pencerenin kenarına oturmuş saraydan kıvrılarak uzaklaşan yolu seyrediyordu. Bir zamanlar onun olan saray eşrafının bir zamanlar onun olan kocası önderliğinde ilerleyişini, bütün dostlarının, hizmetkârlarının, eşyalarının, mobilyalarının, hatta yatak çarşaflanyla masa örtülerinin şatodan kıvrılarak uzaklaşan yolda iri siyah atında ilerleyen Anne Boleyn'in peşinden onu yalnız bırakarak uzaklaşmasını seyrediyordu. "Gitti," dedi hayret edercesine. "Bana hoşçakal bile demeden gitti." Evet, anlamında başımı salladım. "Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı Aramız ne kadar bozuk olursa olsun yola çıkmadan evvel dualarımı alBOLEYN KIZr ¦ 451