"Ayrım gözetmeden ihtiyatlı olmalısın," dedim. George sesini yükseltti. "Bizi yalnız bırak, Joss.
Sonra devam edersin."
Adam irkildi, etrafına bakındı, George'a ve bana reverans yapıp dışarı çıktı.
George pencere kenarından kalkıp yatağa, yanıma geldi. Sırtımı rahat edeceğim biçimde
yatağın başına dayayıp Ge-orge'un başını kucağıma koydum.
"Sence bir gün gerçekten olacak mı?" diye sordum boş boş. "Sanki yüzyıllardır bu evlilik için
uğraşıyormuşuz gibi geliyor."
Siyah gözlerini kapatmıştı ama açıp yüzüme baktı. "Tanrı bilir," dedi. "Gerçekleştiğinde nelere
mal olacağını da Tanrı bilir, bir kraliçenin mutluluğuna, tahtın güvenliğine, insanların
saygınlığına, kilisenin kutsallığına. Bazen senle ben hayatımızı Anne'e hizmet ederek geçirmişiz
gibi geliyor ve bundan ne elde ettiğimizi bile bilmiyorum."
"Sen kont veliahdı değil misin? Hatta iki kontluğun veliahdı?"
"Şahsen cihada gidip kâfirleri öldürmeyi isterdim," dedi. "Sonra şatoma, evime, cesaretim için
bana tapan o güzel kadına geri dönmek isterdim."
BOLEYN KIZI -403
"Ben de bir şerbetçiotu tarlası, bir elma bahçesi ve bir koyun sürüsü isterdim," dedim.
"Ne salağız," dedi George ve gözlerini kapattı.
Birkaç dakika içinde uyuyakaldı. Göğsünün inip kalkışını seyrederek şefkatle ona sarıldım,
sonra başımı yatak başının brokar kaplamasına yaslayıp gözlerimi kapattım ve uyudum.
Rüyamın arasında kapının açıldığını duydum ve tembel tembel gözlerimi araladım. Gelen
George'un uşağı değildi, bizi aramaya gelen Anne de değildi. Kapının tokmağı ihtiyatla çevrildi,
kapı sinsi sinsi açıldı ve Jane, George'un karısı, artık Leydi Rochford başını içeri uzatıp bizi
aradı.
Bizi birlikte yatakta gördüğünde yerinden sıçramadı ve ben, hâlâ yarı uykulu ve kadının
sinsiliğinden biraz da korktuğumdan olduğum yerde donarak yerimden kımılda-yamadım.
Gözlerimi neredeyse kapatıp kirpiklerimin arasından onu seyrettim.
Olduğu yerde öylece durdu, ne içeri girdi ne kapıyı kapattı, her detayımızı inceledi. George'un
kucağıma dönük başını, elbisemin altında açık duran bacaklarımı, geriye kaykılmış başımı,
pencere kenarına fırlatılmış başlığımı, uykulu yüzümü çevreleyen darmadağınık saçlarımı
süzdü. Sanki tablo inceliyormuş, sanki delil topluyormuş gibi bizi iyice izledi. Sonra, geldiği gibi
sessizce geri gitti.
Hemen George'u uyandırıp elimi ağzına kapattım. "Şşşt. Jane buradaydı. Hâlâ kapının
arkasında olabilir."
"Jane mi?
"Tanrı aşkına, Jane işte! Karın Jane!"
"Ne istiyormuş?"
"Bir şey söylemedi. Sadece içeri girdi, bize baktı, birlikte yatakta uyuyorduk, her şeyi tek tek
süzdü, sonra sessizce çıkıp gitti."
404 ¦ Philippa Gregory
"Beni uyandırmak istememiştir."
"Belki de," dedim şüpheyle.
"Ne oldu ki?"
"Bana biraz... tuhaf göründü."
"O her zaman tuhaf görünür," dedi ihtiyatsızca, "tz peşindedir."
"Kesinlikle," dedim. "Ama bize bakarken kendimi çok..." Kelimeyi bulamayıp durdum. "Kendimi
çok kirli hissettim," dedim sonunda. "Sanki yanlış bir şey yapıyormuşuz gibi. Sanki..."
"Sanki ne?"
"Sanki fazla yakınmışız gibi."
"Biz ağabey kardeşiz," diye haykırdı George. "Tabii ki, yakın olacağız."
"Ama yatakta birlikte uyuyorduk."
"Tabii ki, uyuyorduk!" diye bağırdı. "Başka ne yapacaktık? Aşk mı?"
Kıkırdadım. "Beni sanki odana bile gelmemem gerekiyormuş gibi hissettirdi."
"Kesinlikle gelmen gerekiyor," dedi cesurca. "O ve bütün saray eşrafı etrafımızda dolanıp bizi
dinlerken başka nerede konuşabiliriz? Kıskanmıştır o kadar. Böyle bir akşamüzeri benimle
yatakta olmak için millete bahşiş bile verir ve başımı onun kucağına koymaktansa tuzağa
koymaktan çekinmem."
Gülümsedim. "Senin için hiçbir şey ifade etmiyor, değil mi?"