Telmih Dergisi 1. Sayı Şiir, Hikaye, Makale, Fotoğraf | Page 29
arkasından da ben aynı gururlu jestlerle takip
ediyordum. Saçına, omuzlarına düşen konfeti
parçalarını sıradan bir hareketmiş süsü vererek
parmak ucumla temizliyordum. Elinde meşale
olanlar iki adım geri çıksın, kırmızı halıya zarar
vereceksiniz! İlgili arkadaş yaklaşıp anons edelim mi diye sormayı akıl etti nihayet. Megafonu
elinden kaptığım gibi konuşmaya başladım:
Elinde meşale olanlar iki adım geri çıksınelinde konfeti olanlar daha yükseğe fırlatmaya
çalışsın-elinde balon olanlar daha hızlı sallasınelinden bir iş gelmeyenler asker selamına dursun-göz ucuyla zatışahanemi takip etsinlersaygıda kusur edenin cezası buracıkta verilecektir. –Zaten cezanızı bulmuşsunuz. Diğer
böcek soydaşlarınız yalıların, sarayların mutfağında keyif çatarken siz bu hücrede saygı gösterme cezası çekiyorsunuz. Evin hanımı kim
bilir kaç çeşit yemek hazırlamıştır şimdi. Birazdan ortalığı toplamak için salona geçtiğinde
mutfaktaki ziyafeti düşünün. Bunları sık sık
düşünün, bu sayede bir daha yaramazlık yapıp
mahkûmiyet çekmezsiniz belki. Gerçi o soydaşlarınızın da bir işe yaradığı yok ama en
azından özgürler. Günahlarını almak olmasın
belki de boş zamanlarında köşkün hizmetçilerine yardım ediyorlardır.
Merasim ikimizi de epey yormuş olmalı
ki hücremizdeki kuş kemiği yataklarımıza yığılıp kaldık. Onun konuşmasını bekledim ki saygısızlık olmasın. İsmimi nasıl bilmezsin! Söylemedin ki! Doğru ya tanışma faslını atladık
heyecandan. İsmini bahşetti. Ne de güzel bir ad
diyecektim ki adaş olduğumuzu fark ettim.
Kendi adımı beğenmediğim anlamı çıktı buradan ki doğrudur. Ancak onun tavırları o kadar
uyumluydu ki adıyla, sanki önce adını koymuşlar da üzerine o doğmuştu. “ismiyle müsemma”
derlerdi eskimeyen eskiler. Ya sen kimsin diye
sormalısın dedim içimden. Bekledim. Sormadı.
Dışımdan desem belki sorardı. Bu durum olağandışılık kattı tanışma faslına. Güzel oldu bir
bakıma. Ben onu tanıdım ya bu yeter de artar
diye teselli edişler takip etti bu olağanüstülüğü.
Uyuyalım mı dedi, uzun sessizlik nöbetini bitirerek. Uyumayalım dedim içimden.
Uyuduk.
Sarı ve solgun bir sonbahardı, aylardan
sisli bir ay ve üstümüzde yarım ay. Yasaların
yasaklarına aykırı davranan iki haddini bilmezin nasıl kodesi boyladığından bahsediyordu
gazeteler. Aldırış etmeden geçecektim ki haberi
gözüme takılan isimle irkildim birden. En yakın
atlıkarıncaya atlayıp bin atlı akınlardaki gibi
hücuma kalktım. Cezaevi reisinin odasında
aldım soluğu. Kısmetse yarına çıkar diyerek
kapattı telefonu. İnşallah kısmet olmaz dedi
içimdeki şeytan. Kes sesini dedi öteki. Onlar
kavgaya tutuşmuşken şu işi halletmeliyim.
Nerden ve nasıl gidilir, diye sordum selamsız
sabahsız. Her yerden dedi zahmetsiz ve gardiyansız. Nasıl olur dedim. Oluyor bazen dedi.
Olsun dedim.
Yanlarına indiğimde ikisi de mışıl mışıl uyuyordu. Gözüm bir yerlerden ısırıyordu ikisini
de. Uzaktan izledim bir süre bu güzel manzarayı. Nasıl olsa uyanırlar. Oturdum gardiyan sandalyesine. Beklemeye başladım umutvari ve
müteheyyiç. Horozlar öttü. Güneş doğdu. Bahar geldi, yaz geçti, sonbahar bitti, kış başladı.
Uyumalarının seneyi devriyesi geldi çattı. Bu
anlamlı günün şerefine olsun uyanırlar diye
bekledim fakat ne mümkün. Oysa şenlik başlamak üzereydi. Bu şenlikli şenliği kaçırmalarını istemiyordum. Öğrenirlerse suçlu ben olurdum yine. Yere bir minder atıp ben de uyusam
diye düşündüm. Boşver dedim. Uzamasın rüya
– artmasın ceza. Uyanmasın garipler. İnsanın
kendi kendiyle baş başa kalamadığı ya da kendi
elinden tutup kendisiyle sokaklarda dolaşamadığı bir dünyada ne önemi var uyanık ya da
uyuyor olmanın.
TELMİH | 27 | SAYI:1 YIL:1