ZAFER SARAÇ || ENDÜLÜS ' ÜN KURTUBASI DÜNYANIN PIRLANTASI ||
Dünya tarihinde define sandığını andıran şehirler vardır. İçerisinde bin bir türlü
mücevHerat ´ ınla kendine has güzellikleriyle, insanı büyüleyip hayran bırakırlar. İçinde inşa edilen sanat eserleri karşısında nutkunuz tutulur. Fakat ne yazıktır ki! bazı define sandıklarının içi talan edilmiştir. Adeta ruhu bedeninden ayrılırcasına boşaltılıp sömürülmüştür. Geriye sadece, defineyi muhafaza eden sandık kalmıştır. Ama hazinenin ihtişamını, define sandığından anlayabilirsiniz. O sandık, o kadar güzel nakşedilmiştir ki içerisinde en ufak bir sadelik barındırmayacağını tahmin edersiniz.
Endülüs gelişim ve kültürel derinliğiyle Dünya Tarihinde nadide özellikler gösteren medeniyet havzalarının başındadır. İslam Medeniyetinin en güzel eserleri, Endülüs de ki gibi Latin tahribine uğramış olsa bile, o cevheri muhafaza eden sandık güzelliğini her daim muhafaza eder. Kurtuba ise bu paha biçilemez sandığın en kıymetli parçası ve anahtarıdır. Kimliğini yüzünde taşıyan sayılı kültür miraslarından olan Kurtuba batı kültürü içerisinde İslam ' ın mihenk taşı gibi kendisi göstermiştir.
Endülüs’ ün hikayesi 7. Yüzyıl ´ da başlamıştır. İslam devletinin sınırları, Kuzey Afrika’ nın büyük bir kısmını kaplarken ilerleyiş ve gelişim, yeni fetihlerle durmaksızın devam eder.
İslam Coğrafyası artık kabına sığmıyan ve ulaştığı yeri kendine katan bir haldedir. İslam Devleti ' nin sınırları Afrika Kıtasının diğer ucuna Atlas Okyanusu kıyısına ulaştığında ise; Atlas Okyanusunun uçsuz bucaksız uzaklıklarına bakan İslam Ordusu komutanı Ukbe Bin Nafi’ nin dilinden şu sözler dökülür’’ Ya Rabbi! Eğer önüme çıkan şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihad ederek daha ileri giderdim!‘’ Ukbe bunu söylerdi de ardılları ondan geri kalır mıydı?
İslam bayrağı hep daha ileriye o denizinde ötesine götürülmeliydi. Dinin emri cihad-ı ekber bunu gerektirirdi. Ukbenin bu düşüncesi, benliği yenen bir komutanın cihat arzusunu gözler önüne seriyordu. Yüreğinde islamın sancağını taşıyan ordular gün geçtikçe ezan sesini daha geniş çoğrafyalara taşıyıp yankılanması için ellerinden
gelen mücadeleyi veriyorlardı. 711 yılında Emevilerin Kuzey Afrika Komutanı Musa Bin Nusayr’ ın emrindeki Tarık Bin Ziyad’ ın önderliğinde Müslümanlar gemileriyle Afrika Kıtasının karşı kıyısına İspanya’ ya çıktılar. İslam bayrağı, artık başka bir kıtanın farklı bir coğrafyanın, sınırları içindeydi. Bu çıkarma dev bir ordunun karşısına cesaret yüklü 7000 kişiden oluşuyordu Tarık Bin Ziyad, bir kıtanın fethi için bu kuvvetin yetersiz olduğunu biliyordu Tarık Bin Ziyad, bir kıtanın fethi İçin bu kuvvetin yetersiz olduğunu biliyordu. Ordunun gözünün korkmasını engellemek, geriye dönüşlerin önüne geçebilmek için ilk iş olarak kendilerini kıtaya getiren kıyıya bağlı gemileri yaktırdı Tarık Bin Ziyad’ ın deyimiyle düşman gibi denizle, deniz gibi düşmanın arasında kalınmıştı. Bu durum İspanya topraklarındaki İslam ordusunun cesaretini kamçılarke, kıtaya meskun olan güçleri derin bir korkunun içerisine sürüklüyordu. Bu safhada cesaret Müslümanların yüreğinde dövülen bir demir gibi soğudu, artık ordu çelikten bir hal almıştı. Artık dönüşün olmayacağını biliyorlardı. Yaşamak ise İslamın adını yaşatmakta gizliydi.
Müslümanların ciğerlerinde taşıdıkları nefes ile ellerinde taşıdıkları sancak birleşmişti. Ölürlerse yenilgi gerçekleşecek ve sancak elden düşecekti. Yaşarlarsa İslamın sancağı yüksek bir tepeden tüm Avrupa’ ya göz dağı verecek şekilde dikilecekti. Ordunun bu cesur duruşu karşısında savaşın muzafferi islam orduları oldu. Avrupa bu yeni düşmanın iman dolu mücadelesine karşı
TELMİH | 12 | SAYI: 1 YIL: 1