TED Meşale Dergisi 37. Sayı | Page 47

Sait Faik ilk öykülerinde gözlemci bir yazar kimliği sergiler . Olaydan çok durumlar üzerine yazar ; öykülerinde yazarın veya anlatıcının değil , durumların ön planda olduğu görülür . Kısa bir süre sonra , daha sonraki öykülerine damgasını vuracak olan bir anlatıcı-ben yaratır Sait Faik . Bütün insanlığı , hatta canlı ve cansız varlıklarıyla bütün evreni kendisinde toplayan bir öznedir bu . Öyküleri o anlatır , aynı zamanda anlatılan da ondan başkası değildir . İçinde bütün evreni barındırdığı için , her duruma evrendeki her şeyin gözüyle bakmayı başarır . Çok yönlü ve canlı bu öykü dilini kurmakla modern Türk öyküsünün de başlangıcını ilan eder böylece Sait Faik .
Semaver ’ den üç yıl sonra , 1939 ’ da Sarnıç ’ ı yayımlar . Semaver ve Sarnıç , Sait Faik ’ in Adapazarı ’ nda geçen çocukluğuyla Fransa ’ da yaşadıklarının izlerini taşır . “ İstanbul yazarı ” olarak ün yapmasını sağlayacak öyküleri 1949 ’ da yayımlanan Lüzumsuz Adam ’ la başlar . Semaver , Sarnıç ve Şahmerdan , ortak özellikleri bakımından Sait Faik ’ in ilk dönemi olarak ele alınır . Lüzumsuz Adam ’ la birlikte ikinci döneme geçilir .
Sait Faik , balıkçıları , ada köylülerini , işsizleri , aylakları yazmaya başlar Lüzumsuz Adam ’ da . Yakın dostu Orhan Veli Kanık ’ ın şiire sokaktaki insanı sokmasından etkilenir . Dil bakımından da Orhan Veli ’ yle paralel zevklere sahip olduğu görülür . Bu bağlantıyı Mehmet Kaplan şöyle kurar : “ O , Orhan Veli ’ yle beraber , son neslin en kuvvetli simalarından biridir . Yaşayışları , hayatın güzelliğini duyuşları , avarelikleri ve Türkçenin şiirini buluşları ne kadar birbirine benzer . İstikbalin edebiyat kitaplarında onlar , bugünün yıldızları olarak yan yana parlayacaklardır .”
Sait Faik ’ in anlatıcı öznesi , insan gerçeğini kavramaya çalışırken kendisini temele aldığından , öyküdeki durum bir özeleştiri süzgecinden geçerek ulaşır okuyucuya . Gözüne çarpan aksaklıklarda kendisini de kabahatli görür . Lüzumsuz Adam ’ da , sokağından yedi senedir çıkmamış bir adamın öyküsünü anlatırken kendi kabuğundan çıkmayan , insanlıkla bütünleşmekten kaçan kişileri eleştirir . Hem ilerleyen teknolojiyle birlikte büyük yerleşim yerlerine taşınmış hem de çevresinden bihaber yaşamasına kızar insanların :
“ Kimdir bu sokakları dolduran adamlar ? Bu koca şehir , ne kadar birbirine yabancı insanlarla dolu . Sevişmeyecek olduktan sonra neden insanlar böyle birbirlerine giren şehirler yapmışlar ? Aklım ermiyor . Birbirini küçük görmeye , boğazlaşmaya , kandırmaya mı ? Nasıl birbirinden bu kadar ayrı , birbirini bu kadar tanımayan insanlar bir şehirde yaşıyor ?”
1950 yılında yayımlanan Mahalle Kahvesi , Sait Faik ’ in , dünyayı emeğiyle var eden , ama mevcut refahtan payını alamayan insanlara eğildiği bir kitaptır . Ancak Sait Faik , kendi döneminde veya daha sonra yaşayan toplumcular gibi , slogana dönüşmeye müsait cümlelere yer vermez bu kitaptaki öykülerinde de . Örneğin , Kör Mustafa ’ nın çorak toprakla , Romalı esirlerin aslanlarla dövüşmesi gibi mücadele ederek onu verimli hâle getirmesini anlattığı “ Karanfiller ve Domates Suyu ” adlı hikâye , alt sınıflarda bulunan insanların , onları arasına almak istemeyen insanların günlük hayatında nasıl bir yeri olduğunu ortaya koyar . Aynı zamanda şartlar ne olursa olsun , sevgiyle , inançla , inatla yaşama sarılmanın dünyayı güzelleştireceği inancının da altını çizer Sait Faik bu öyküde . Yine aynı kitapta yer alan “ Sinağrit Baba ” öyküsüyle de bir balığın gözünden görür dünyayı . Onun öykülerinde anlatıcı ve anlatılan iç içe geçer hep . Ayrımları sevmez Sait Faik …
Biçimde yeni soluk
Sait Faik , ileride örneklerine sıkça rastlanacak olan , iç içe geçmiş bağımsız öykülerden oluşan kitabı Havada Bulut ’ u 1951 ’ de yayımlar . Sıradan insanların hikâyeleridir bu kitapta anlattıkları Sait Faik ’ in . Onların vakit öldürdüğü kahvehaneler , efkâr dağıttıkları mekânlar , gökkuşağının bütün renklerini barındıran doğa , dar sokaklar bir film dekoru gibidir … Her yönüyle insan vardır Havada Bulut ’ ta , güçlü ve zayıf yanlarıyla insan …
22