TED Meşale Dergisi 35. Sayı | Page 37

Kongre kararı dönemin İktisat Bakanı Mahmut Esat Bey ’ in ( Bozkurt ) teklifi ve TBMM Başkanı Mustafa Kemal ’ in oluruyla alınır . Yurdun dört bir yanına çekilen telgraflarla her il ve ilçeden üç çiftçi , bir tüccar , bir zanaatkâr , bir bankacı ve bir işçiden oluşacak temsilciler İzmir ’ e davet edilir . Hazırlıkların ardından İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat 1923 ’ te Banka-Han adıyla bilinen binada Mustafa Kemal Paşa ’ nın onursal başkanlığında toplanır . Kongre başkanı ise bir diğer Kurtuluş Savaşı kahramanı Kazım Karabekir olacaktır . Yabancı basında şaşkınlıkla karışık bir ilgi uyandıran kongreye misyon şeflerinden yalnızca Sovyet Rusya Büyükelçisi Semyon Aralofv ile Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilov ’ un davet edilmesi dikkat çekicidir .
Kongrenin açılış konuşmasını gerçekleştiren Mustafa Kemal önce Osmanlı Devleti ’ nin ekonomik açmazlarını özetler . Sorunu tek kişi iradesine bağlı devlet yönetimi çerçevesinde ele alırken ulusal egemenlik kavramına vurgu yapar . Daha sonra tıkanan Lozan görüşmelerinin ekonomiyle ilişkisini şöyle dile getirir :
“ Efendiler ! Hiç kimseden fazla bir şey istemiyoruz . Dünyanın her medeni milletinin doğal olarak sahip olduğu şeylerden bizi mahrum etmemelidirler ve haklarımızı vermelidirler . Çünkü hakkımız tabiîdir , yasaldır , mantıklıdır ve bize gereklidir . Biz , bu haktan vazgeçmeyeceğiz ve ne kadar haklı isek bu hakkımızı savunmak ve korumak için de memleketimizin , milletimizin yeteneği ve gücü o kadardır . Görülüyor ki , bu kadar kesin ve yüksek bir askerî zaferden sonra bile barışa kavuşmamızı engelleyen nedenler , doğrudan doğruya ekonomik nedenlerdir . İktisadî düşüncelerdir . Çünkü bu devlet , bu millet iktisadî hâkimiyetini sağlarsa o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve yükselmeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatamazlar . İşte düşmanlarımızın , gerçek düşmanlarımızın , bir türlü rıza göstermedikleri budur .”
Son derece olumsuz koşullar altında doğmak üzere olan cumhuriyetin , ulusun her bireyine mutluluk getirebilmesi için topyekûn çalışmayı ve dayanışmayı önemseyen Atatürk ’ ün önündeki iki örnekten , Batı Avrupa gibi işçi sömürüsüne dayanan bir kapitalizm veya Sovyet Rusya gibi işçi diktatörlüğüne yaslanan bir sosyalizm düşüncesinden ayrı bir yol geliştirdiği açılış konuşmasındaki şu ifadelerinden anlaşılabilir :
“ Bizim halkımız yararları birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil , tersine varlıkları ve çalışma sonucu birbirine lâzım olan sınıflardan ibarettir . Bu dakikada dinleyicilerim çiftçilerdir , zanaatkârlardır , tüccarlardır ve işçilerdir . Bunların hangisi birbirinin karşıtı olabilir ? Çiftçinin sanatkâra , sanatkârın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine , birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkâr edebilir ? Bugün var olan fabrikalarımızda ve daha çok olmasını umduğumuz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır . Rahat ve mutlu olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek lezzetini tadabilmelidir ki , çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler .”
35