TED Meşale Dergisi 28.Sayı | Page 10

Bir büyük yolculuğun, bir şanlı mücadelenin hangi koşullar altında başladığını böyle aktarıyor Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’un başında. I. Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1918 yılına gelindiğinde insan ömrü için fazla ama ulusların yaşamı için kısa sayılacak yüzyıl gibi bir zaman diliminde uğradığı felaketlerle sarsılmış Türk milletinin ufku karanlıktı. Modernleşme atılımları sonucu açılmış askerî ve sivil yüksek eğitim kurumlarında eğitim almış bir avuç aydınının önemli bölümünü cephelerde şehit vermiş, asırlardır ihmal edilmiş topraktan geçimini sağlayamayan köylüsünü küstürmüş, güç sahibi yaptığı zenginleri düşmanla işbirliği içinde, yalnızca adı kalmış, kendisi fiilen ortadan kalkmış bir devlet… Ardı arkası gelmeyen yenilgiler sonucu kaybedilen topraklardan Anadolu’ya yönelen nüfus hareketliliğinin getirdiği ekonomik ve toplumsal bunalımlar… Ulus bilincinin yerleştiği bir çağda hâlâ kul muamelesi gören halk kitleleri… Birlikte savaştığı değerli generaller de dahil olmak üzere kimse zaferden sonra olabileceklere inanmazken Türkiye’nin üstüne kara bulutlar gibi çöken bu tablonun aydınlığa kavuşmakla kalmayıp bu topraklardan doğan güneşin dünyayı aydınlatacağını düşünen tek bir insan… Mustafa Kemal Paşa… Biriken bu negatif enerjinin dağıtılması için ulusu harekete geçirecek, ona kendi yaşamıyla ilgili kararları sarayın veya işgalcilerin iradesine bıraktırmayacak bir atılım gerekiyordu. “Ya istiklal ya ölüm” parolasıyla 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’in çaktığı kıvılcım özgürlük meşalesini tutuşturmaya yetti. Takip eden dört yıl gibi kısa bir sürede önce askerî zaferler ardı ardına gelecek, bu hummalı savaş sırasında galibiyeti kafasında oturtmuş bir büyük adam sayesinde eğitimden kadın-erkek eşitliğine, tarımdan bankacılığa çağdaş dünyanın gereklerine harfiyen uyan, hatta kadınların seçme-seçilme hakkı gibi kazanımlar konusunda Batı dünyasının önüne geçmeyi başaran bir devlet doğacaktı. Yüzüncü yıldönümünü kutladığımız 19 Mayıs 1919 tarihi geçmişte binlerce örneğine rastlanacak askerî zaferlerden veya yurt savunmalarından daha büyük anlamlar barındıran olaylar silsilesinin başlangıcıdır. Hızla çöküşe sürüklenirken halkının ihtiyaçlarını göz ardı eden bir devlet yapısından ulus bilinci üzerine inşa edilecek yeni bir devletin doğmasına uzanan bu süreçte tarihe not düşülen başlıca unsur “milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararlılığının kurtaracağı”dır. Atatürk’ün 22 Haziran’da yazıp yayımladığı Amasya Genelgesi’nin bu üçüncü maddesi Millî Mücadele’nin de Türkiye Cumhuriyeti’nin de temel felsefesini oluşturacaktır. Cümleden çıkan anlam, Türk milletinin bağımsızlığı için düşman ordularına karşı savaşma azminin yanı sıra istiklali karşısında kendi iradesinden başka bir makama söz hakkı tanımayacağı yönündedir. Nitekim 23 Temmuz’da Erzurum, 4 Eylül’de Sivas’ta toplanan kongrelerde savaşı örgütleyecek güçler millet temsilcilerinin oylarıyla seçilecek, 23 Nisan 1920’de ise Türkiye Büyük Millet Meclisi kurularak ulusun kaderini belirleyecek kararlar, bu isim Mustafa Kemal Paşa bile olsa tek kişinin emrine bırakılmayarak parlamentonun sorumluluğuna verilecektir. 9