TATLI HAYAT DERGİSİ | Page 81

dır ve açık ocak ya da tandır tekniğinin bu coğrafyadaki geçmişi Türklerden binlerce yıl daha eskiye gider. Üstelik sadece göçebeler değil yerleşik yaşam süren ilk çiftçiler de açık ocak kullanmakta. Dolayısıyla ilk ekmekler hiçbir zaman bugünkü mayalı kabarık ekmekler gibi değil. Ayrıca ilk ev içi ocaklar da yine Yakındoğu’da örneğin Tell Mureybet II.evrede olduğu gibi tahıl kavurma yerleri olarak başlayan bir sürecin sonunda ortaya çıkmakta ve bütün Yakındoğu’nun Neolitik çiftçilerinin yaşadığı yerlerde yapılan kazılarda bu ocaklara rastlanılabilmekte. Bu söylediklerim Neolitik Yakındoğu halklarının baklavanın ilk mucitleri olabileceği anlamına gelmemekte. Bununla birlikte özellikle Güneydoğu Anadolu’da gelişen bu ince ekmek yapma kültürünün zaman içinde değişik yemek ya da tatlıların yapımında bir temel oluşturmuş olabileceği de gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Perry’nin önerisinin ikinci kısmına yaptığım bu itirazın arkeolojik ve tarihsel kanıtlarını da ortaya koymak gerek. Ancak ondan önce yani ince yufka ekmeğinin pişirildiği ocak ve tandırlarla ilgili de bir kanıt sunmak gerek. Bu kanıt da “tandır” sözcüğünün etimolojisinde gizli. Sözcüğün ilk biçimi Akkadça’da karşımıza “tinuri” olarak çıkmakta ve Aramice “tannura” üzerinden Arapça “tannur” sözcüğüne oradan da bugün kullanılan tandır sözcüğüne doğru evrilmekte. Arkeolojik kanıtların en eskileri Hitit ve Geç Hitit kültürlerine ait yazılı ve görsel belgeler içinde bulunmakta. Hitit krallığının MÖ II.binyılın sonlarına doğru tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte özellikle Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de kalan Hitit şehirlerinin burada yaşayan yerli Semitik halklarla karışarak özgün kültürler oluşturdukları bilinmektedir. Bu beyliklerin en belli başlı olanları bugün Gaziantep ili ile Suriye sınırında yer alan Kargamış/Kamışlı ve Zincirli/Sam-al ile Adana/ Karatepe, Malatya/Aslantepe ve Maraş/Gurgum beylikleridir. İşte bu beyliklerden günümüze kalan kabartmalı ortostatlar üzerindeki değişik sahneler içinde ziyafet sahneleri de yer alır. Bu sahnelerde genellikle bir masa ve üzerinde çoğu zaman hilal biçimli duran üst üste konulmuş ince ekmekler gö- rülmektedir. Daha doğru bir söyleyişle arkeolog ve tarihçiler masa üzerinde duranların lavaş olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu türden bir ekmek ya da yufkayı veya lavaşı üreten halklar bunları sadece etli yemeklerde veya peynir gibi süt ürünleriyle kullanmayıp pekâlâ üzerine bal, pekmez vb. doğal tatlandırıcılar dökerek katların arasına ceviz, badem ya da fıstık koyarak da tüketmiş olabilirler. İşte bütün bu nedenlerle baklavayı Türk, Yunan ya da bir başka etnik veya dinsel kimliğe bağlamak pek doğru olmayabilir. Bu nedenle baklavanın kökenlerini iklim, bitki örtüsü ve coğrafyanın bir fonksiyonu olarak ortaya çıkan Güneydoğu Anadolu’nun yerel kültürel kimlikleriyle özdeşleştirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Hemen bütün etimoloji sözlüklerinde adının Türkçe baklağı veya baklağu sözcüğünden geldiğinin belirtilmesi ise kafa karışıklığına neden olmamalı. Zira geçmişi neredeyse 9000 yıl öncesinin Anadolu halklarına giden yoğurt gibi baklavanın adını da Türkler vermiş olabilir. 79