dır ve açık ocak ya da tandır tekniğinin bu
coğrafyadaki geçmişi Türklerden binlerce
yıl daha eskiye gider. Üstelik sadece göçebeler değil yerleşik yaşam süren ilk çiftçiler de açık ocak kullanmakta. Dolayısıyla
ilk ekmekler hiçbir zaman bugünkü mayalı
kabarık ekmekler gibi değil. Ayrıca ilk ev içi
ocaklar da yine Yakındoğu’da örneğin Tell
Mureybet II.evrede olduğu gibi tahıl kavurma
yerleri olarak başlayan bir sürecin sonunda
ortaya çıkmakta ve bütün Yakındoğu’nun
Neolitik çiftçilerinin yaşadığı yerlerde yapılan kazılarda bu ocaklara rastlanılabilmekte.
Bu söylediklerim Neolitik Yakındoğu halklarının baklavanın ilk mucitleri olabileceği
anlamına gelmemekte. Bununla birlikte
özellikle Güneydoğu Anadolu’da gelişen bu
ince ekmek yapma kültürünün zaman içinde
değişik yemek ya da tatlıların yapımında bir
temel oluşturmuş olabileceği de gözden kaçırılmaması gereken bir gerçektir.
Perry’nin önerisinin ikinci kısmına yaptığım
bu itirazın arkeolojik ve tarihsel kanıtlarını
da ortaya koymak gerek. Ancak ondan önce
yani ince yufka ekmeğinin pişirildiği ocak ve
tandırlarla ilgili de bir kanıt sunmak gerek.
Bu kanıt da “tandır” sözcüğünün etimolojisinde gizli. Sözcüğün ilk biçimi Akkadça’da
karşımıza “tinuri” olarak çıkmakta ve Aramice “tannura” üzerinden Arapça “tannur” sözcüğüne oradan da bugün kullanılan tandır
sözcüğüne doğru evrilmekte.
Arkeolojik kanıtların en eskileri Hitit ve Geç
Hitit kültürlerine ait yazılı ve görsel belgeler
içinde bulunmakta.
Hitit krallığının MÖ II.binyılın sonlarına doğru
tarih sahnesinden silinmesiyle birlikte özellikle Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de
kalan Hitit şehirlerinin burada yaşayan yerli
Semitik halklarla karışarak özgün kültürler
oluşturdukları bilinmektedir.
Bu beyliklerin en belli başlı olanları bugün
Gaziantep ili ile Suriye sınırında yer alan Kargamış/Kamışlı ve Zincirli/Sam-al ile Adana/
Karatepe, Malatya/Aslantepe ve Maraş/Gurgum beylikleridir. İşte bu beyliklerden günümüze kalan kabartmalı ortostatlar üzerindeki değişik sahneler içinde ziyafet sahneleri de yer alır. Bu sahnelerde genellikle bir
masa ve üzerinde çoğu zaman hilal biçimli
duran üst üste konulmuş ince ekmekler gö-
rülmektedir. Daha doğru bir söyleyişle arkeolog ve tarihçiler masa üzerinde duranların
lavaş olduğu konusunda hemfikirdirler.
Bu türden bir ekmek ya da yufkayı veya lavaşı üreten halklar bunları sadece etli yemeklerde veya peynir gibi süt ürünleriyle kullanmayıp pekâlâ üzerine bal, pekmez vb. doğal
tatlandırıcılar dökerek katların arasına ceviz,
badem ya da fıstık koyarak da tüketmiş olabilirler.
İşte bütün bu nedenlerle baklavayı Türk, Yunan ya da bir başka etnik veya dinsel kimliğe
bağlamak pek doğru olmayabilir.
Bu nedenle baklavanın kökenlerini iklim,
bitki örtüsü ve coğrafyanın bir fonksiyonu
olarak ortaya çıkan Güneydoğu Anadolu’nun
yerel kültürel kimlikleriyle özdeşleştirmek
daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Hemen bütün etimoloji sözlüklerinde adının
Türkçe baklağı veya baklağu sözcüğünden
geldiğinin belirtilmesi ise kafa karışıklığına
neden olmamalı. Zira geçmişi neredeyse
9000 yıl öncesinin Anadolu halklarına giden
yoğurt gibi baklavanın adını da Türkler vermiş olabilir.
79