Tan Yeri I. Yaz Sayısı | Page 62

58 törünün küçülmesi demek, kamu gelirleriyle birlikte (ve hatta daha fazla) kamu harcamalarının da azalması demekti. Kamu harcamalarının azalması noktasını biraz daha açacak olursak; bu yaklaşım bazı noktalarda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik harcamalarında dahi kesintilere gidilmesini ve/veya özelleştirmeyi öneriyor, tarım üreticisine verilen sübvansiyon ve destekleme alımı gibi transfer ödemelerinin de terk edilNeoliberal dönüşüm ve yapısal uyum program- mesi gerektiğini söylüyordu. Bu yolla “etkinsiz ve larının, Türkiye gibi çevre ülkelere bir diğer önerisi de verimsiz” olan kamu harcamaları azaltılacaktı. kamu sektörünü küçültmeleriydi. Zira bu anlayışa göre Kamu sektörünün küçülmesi ve kamu hizmetkamu sektörü, doğası gereği etkinsiz ve verimsizdi. Bilhassa ülkemiz özelinde, 94 Krizi sonrasında bu lerinin etkinsiz görülerek daraltılması/özele devredilöneri daha yüksek bir sesle dile getirilmeye başlan- mesi gibi uygulamalar, kamu kesiminin borçlanma mıştı. Özel sektörün aksine, kamu sektöründe abartılı gereksinimini de azaltmaktaydı; zira kamu harcaması bir rekabet ortamı yoktu. Rekabetin, yarışın, pazar sa- temelde kamu hizmeti verebilmek için yapılır. Kamu vaşlarının olmadığı bir ortamda ne arz, ne de talep ka- sektörü daralır, kamu hizmeti azalırsa; kamu harcamanadında bulunan aktörlerin sektörden maksimum ları da, nihayetinde kamu borcu da azalır. Ülkemiz verim (fayda/hizmet/ücret) elde etmeleri beklene- 2001 sonrası bu süreci yaşamış ve devletin ekonomi içerisinde kapladığı alan günden güne küçülmüştür. mezdi. “Devlet don lastiği üretmez”di. Geçmişte devlet tarafından üretilen pek çok mal ve Yeni dönemde devletin ekonomide kapladığı hizmetin, neoliberal dönüşüm ve yapısal uyum progalanın daralması gerekiyordu. Kamu borcu ekonomik ramları çerçevesinde özel sektöre/piyasaya bırakılmakrizlerin ana sorumlusu olarak kabul edilmişti. Bu- sıyla birlikte devletin IMF’den kredi talebinde nunla beraber, artık ülkemizde ve dünyanın pek çok bulunmasını gerektirecek bir durum kalmamıştır. yerinde finansal kurumlar güçleniyor, kurumsallaşıBunların yanı sıra, IMF ile yapılan anlaşmayordu. 80 sonrasında bizimle benzer yapısal dönüşümleri pek çok ekonomi geçirmiş, sermaye hareketlerinin larda; alınacak kredinin miktarı, taksitleri, ödeme koserbestleştiği dünyaya kurumlarıyla büyük ölçüde şulları ve ödemelerin ne zaman sona ereceği genellikle en başından belli olur. IMF ve Dünya Bankası gibi kuayak uydurmuştu. rumlar, bununla da yetinmeyip (kendi açılarından Artık finansal piyasalardan/kurumlardan borç- haklı olarak) kredi sağladıkları ülkenin ekonomik velanmak ve kredi tedarik etmek; hem devletler, hem de rilerini detaylı bir biçimde inceler; geri ödemeyi yaözel aktörler için daha da kolaylaşmıştı. 20. Yüzyılın pabilmeleri için yürürlüğe koymaları gereken para ve son çeyreğine kadar olan süreçte olduğu gibi, artık hü- maliye politikaları konusunda onlara bazı “öneri”lerde kümetler, devletler gidip birbirlerinin hazinelerinden bulunurlar (ve bu önerilere uyulmadığı takdirde kredi borç talep etmiyorlardı. IMF ve Dünya Bankası gibi vermezler) diyelim. Benzer bir durumun IMF ile ülBretton Woods kurumlarının yanı sıra, finansal piya- kemiz arasında yapılan anlaşmalar için de geçerli olsalar da bu iş için yeterince olgun hale gelmişti. duğunu vurgulayalım. çok zor alınabilecek boyutlara ulaşan cari açığı hediye etmesi oldu. Bunun yanı sıra ilgili dönemde yapılan pek çok özelleştirmenin ise, getirdiği yabancı sermaye karşılığında neler götürdüğü ve bu getiri-götürü ekseninin fayda-maliyet analizi bağlamında hangi makas aralığına daha yakın düştüğü, iktisat çevrelerinde hala tartışma konusudur. Uluslararası finans ilişkileri bu yolla, görece daha “siyasetsiz” bir hale gelmişti denilebilir. Zira bürokrasi, diplomasi aygıtlarının uluslararası finans işlemleri üzerindeki etkisi azalıyordu. Devletsiz, bürokrasisiz, engelsiz, sınırsız bir dünyada, yalnızca piyasa dinamiklerinin kanunlarına göre hareket ederek faydasını maksimize eden aktörler vardı. Bütün dünya sermayesi, tek bir Pazar içerisindeymişçesine rahat hareket edebilme imkânına ve kabiliyetine haiz olmuştu. Hal böyle iken; özel kesim (hanehalkı ve iş alemi sektörleri) kaynaklı dış borcun günden güne arttığı, ve konjonktür gereği kamu kesiminin küçülmekte olduğu bir iktisadi atmosferde; IMF’ye olan borcumuzun taksit ödemelerinin sona ermesini, ciddi bir ekonomi başarısı olarak kabul etmek güç. Siyasetçiler; bu örnekte olduğu gibi, tahlil edilmesi belli ölçüde uzmanlık gerektirebilen ve geniş kitlelerce tam olarak hâkim olunması pek de mümkün olmayan konularla ilgili gelişmeleri retorik gereği kullanırlar ve genellikle Bu serbestleşmeyle beraber, kamu kesiminin başarılı da olurlar. Zira “IMF’ye olan borcumuz bitti!” küçülmesini öneren yaklaşım ile ülkemizin borç yükü söylemi; yaklaşık olarak 15 yıl boyunca IMF ile yatıp ve IMF arasında şöyle bir ilişki kurulabi \