24
kalkan bayrak bir daha inmedi ve küçük “çekirdekler”de de olsa, Azerbaycan’da ve Türkiye’de, “yüksek
ve milli kültür”, lümpenlik kıskacında olmayan bir
milliyetçi medeniyet tasavvuru varsa, bunlar sayesindedir.
Bir rejimin değişmesi esasen çok önemli değildir ancak, bu günler, milliyetçilerin bugünü için
dersler ihtiva ediyor.
Ancak şunu da unutmamak lazım: Azerbaycan
deneyi, dış müdahale (Rus işgali) ile sekteye uğradı.
Atatürk-Türkiye deneyi, görece daha başarılıysa (dediğim gibi, “cepler” oluşturmuştur toplumsal yapıda)
da, başarabileceği ya da hedeflediğinden çok daha
azını başardı. Sebebi, bu “şehirliliği” yaratamaması,
ya da yanlış yaratmaya çalışmasıydı.
Demokrasilerin “kitabına uygun sömürü” olmaması için lazım demiştik; Türkiye’de siyasi partilerin oy isteme ve iktidara gelme yollarına bakarsanız,
şehirliliğin neden gerekli olduğunu görmüş olursunuz.
Özelliklerini sıralamaya çalıştığım “şehirli kültür”ü
edinmiş bir toplum elbette “bütün sorularından azade”
hale gelemez; ancak sorunları çözme yeteneği daha
yüksektir, daha etkindir. Türkiye’de olduğu gibi, olan
üç beş kazanımını da muhteris ve sömürücü politikacıların elinde kurban etmez, trajikomik manzaralara
yaptırım gücünü haiz ve anlamlı tepkiler verir.
Bu şehirliliği yaratmak için Türklerin yeterli
“malzeme”ye sahip olduklarına inanıyorum, tek sorun,
İslamcılık ve temelsiz, öze-derine inemeyen yarı-politik kuramlar eliyle kısır bir düşünce tarzına mahkûm
edilmektir. Türkiye’de “köyden kente göçenler”in şehrin kültürünü kazanmasını ya da kendi şehirliliğini yaratmasını engelleyenler, “ne köylü ne şehirli” bu
sınıfın kısa vadeli politik-ticari hesaplarda onlara sağladığı faydadan beslenenler ya da sorunlara çözüm
ararken “yanlış bilinçlilik” sebebiyle toplumsal dinamiklerin ve sorunların ardında bir takım “özel ve
öznel” meselelerin yattığını zannedenlerdir. Bu zincir
kırılırsa, tarihinde döneminin koşullarına göre defalarca yüksek kültür yaratma tecrübesi bulunan Türkler,
topyekün “yeni” bir “modernite” ya da “medeniyet tasavvuru” ile ortaya çıkabilirler. Tarihin bu devrinde,
“kültürel etki”, aydın ve politik toplulukların uhdesindedir; dolayısıyla halkın bir hastalık elinde yozlaşmış
olması bir engel değil, yeter ki aydın felsefi ve bilimsel
düzlemde “yeterli ve etkin” olsun, bunun “politik-yaşama yönelik-kurumsal” yansımalarının olmasının da
peşine düşsün (devrimci-eylemci olsun).
Fırat Kargıoğlu Bey’in alıntıladığı şekliyle o itiraf: “…Gençlerin bazen ekonomik yönü gereğinden fazla vurgulamalarında suç
bir dereceye kadar Marx’ın ve benim. Bu temel ilke üzerinde ısrarla durmaya mecburduk, çünkü karşımızdakiler bunu inkâr ediyordu ve karşılıklı etkilemede rol oynayan öğelerin hakkını
vermemize ne zaman, ne yer, ne de fırsat vardı… Ne yazık ki insanlar çoğu kere bir kuramı anladıklarını ve ana ilkelerini kavrar
kavramaz (o da her zaman değil) kuramı uygulayabileceklerini
sanırlar. Son zamanlardaki birçok marxsisti de bu suçlamanın dışında tutmayacağım, çünkü onlar da harika zırvalar yumurtladılar.” (Friedrich Engels, John Block’a yazdığı 21 eylül 1890 tarihli
mektuptan.)
1