Müjgân
ÜÇER*
Müjgân
ÜÇER
onukseverlik, Türk halkının en önemli özelliklerinden biridir. Hiç bir ülkede,
milletimizin yaşattığı gibi konukseverlik ruhu yaşatılmamaktadır.Topraklarımızda en geniş coğrafyadan mahalle,
köy, oba, mezrâ gibi dar alana kadar,
konukseverliğin sırrına erilmiştir.
K
Konuk kelimesi Eski Türkçede ve halk
ağzında yaşadığı şekilde konak (1) görüşme, ziyaret vb. amaçlarla birinin evine veya bir yere gelen ve geçici olarak
kalan kimsedir. Arapça sefer > musaferet “bir yerden bir yere gitmek, sefer
etmekten musâfir > misâfir’in, konuk
anlamı Türkçede ortaya çıkmıştır.(2) .
Günümüzde kullandığımız komşu
kelimesi de aynı şekilde konmak
fiilinden türemiştir. Konmak, bir
yere inip oturmak, konaklamak olup
kon(-mak) fiiline dayanır. “Kon fiil
köküne -uş- işteşlik eki getirilerek
konuş(-mak) yapılmış; bu fiile de -u
“fiilden isim eki eklenerek, kelime
“konuşu” olmuştur. Konuşu şeklindeki orta hecede bulunan -n sesi -m’ye
dönüşmüş, “u” sesi de düşmüştür. Bugün kullandığımız komşu kelimesinin
geçirdiği değişim böyle olmuştur(3)”.
Milletimize mal olmuş misafirlik ve
komşulukla ilgili inanç ve geleneklerimiz, zengin sözlü kültürümüz Türk
halkı için bir hayat felsefesi ve son
derece özgün sosyolojik bir değerdir.
Halkımız misafir için “Tanrı emaneti”, “Tanrı misafiri” demiştir ki başka
hiçbir dilde bu kavram yoktur. Kapıyı
çalan, hiç tanımadık birisi, “Tanrı misafiri” olarak eve buyur edilmiş ve imkânların üzerinde ağırlanmıştır.
Kaşgarlı Mahmud, ünlü divanında
“misafir mutluluktur” diye yazmış,
Dede Korkut’ta misafir ağırlayan kadın için “kutlu, uğurlu” denilmiş, misafir istemeyen kadın için ise “Allah kimseye böyle kadın vermesin” ifadesine
yer verilmiştir.
Yaşanmış şu olay mizahî yönü olmakla beraber, evin hanımın misafir
ağırlamadaki önemini ne kadar güzel
belirtiyor: Batı Anadolu’da bir dağ köyünde, evin erkeği gelen konuğa yemek ikram etmek istemiş, evde bir şey
olmadığı için de imkânsızlığını şöyle
belirtmiş: (4)
“Karı bağda, bağ
dağda, yumurta
olaydı, tava bulurduk, iş yağda!”
Misafirperverlik, yalnızca evin reisinin
varlık ve sosyal durumundan değil,
evin hanımının ikramdaki cömertliği,
insanlığı, kahramanlığı ve çalışkanlığında da ifadesini bulur. Halkımız
inancı gereği “Misafir kısmetiyle gelir”,
“Misafir on kısmetle gelir, dokuzunu
ev sahibine bırakır” der. Varlıklı olunmazsa bile “varını veren utanmamış”
atasözümüz gereğince, misafir ağırlanmaya çalışılır. Yine denildiği üzere
“sofrasından utanan misafir ağırlayamaz”, “oklava ola sac ola, misafir de
aç ola”, sözlerimiz ağırlamanın zor
olmadığı, önemli olanın; “misafir ev
sahibinin aşına değil kaşına bakar”
atasözümüzde belirtilmek istenildiği
gibi güler yüzle ve dostça karşılamak
olduğunun bilinmesidir.
Ülkemizin kahraman kadınlarının,“Tanrı misafiri” konusundaki davranışlarını okurken, ülkemizin kuş uçmaz
kervan geçmez yollarında kim bilir
ne kadar benzer ve etkileyici olayların
yaşandığını düşünebilmemiz yarınlar
için umudumuzu da arttıracaktır.
I- Sivas-Koyulhisar’dan Bir
Kahraman
1967 yılının 5 Aralık günü Sivas’ın Koyulhisar ilçesi Çukuroba (Eksela) köyünde öğretmen olan Ahmet Cemal
Çermikli (1933-2010) maaş almaya
gittiği Koyulhisar’dan yürüyerek köyüne dönerken, tipiye yakalanır. Köyüne
daha çok vardır, ayakları artık kendisini çekemez, donmaya başladığını anlamıştır. Uzakta gördüğü bir köy evine
doğru mecalsiz adımlarla yürümeye
çalışır. Köyün en ucunda bulunan bir
evin kapısını çaldığında, kapı önüne
yığılır. Kapıyı açan evin hanımına bitkin ifadelerle durumunu anlatır. Kadın
evde yalnızdır, donmak üzere olan bu
Tanrı misafirini içeri buyur eder, tandırı yakar. Yavaş yavaş ısınan öğretmen
kendine gelir. Misafirin oruçlu olduğunu öğrenen ev sahibi, herhangi bir şey
ikram edemez. Öğretmen evde dinlenirken, evin hanımı da günlük işlerini
yapar. İftar vaktinden önce kadının eşi
ve oğulları eve gelince misafirle beraber oruçlarını açarlar. Ev halkının hep
birlikte misafire gösterdikleri bu izzet
ve ikram sahur yemeğinde de devam
eder. Sabahleyin, öğretmen Ahmet
Cemal Çermikli, donmaktan kurtulmuş ve dinlenmiş olarak görev yaptığı
Çukuroba köyüne doğru yola çıkar.
Öğretmenlik hayatının bu hatırasını,
Anadolu’nun bu isimsiz kahraman
hatunu ve ailesini hiç unutmaz ve her
zaman şükranla yâd eder.
II- Sivas-Zara’dan Bir Kahraman
Aslen Zaralı olan ve İstanbul’da oturan Hadiye Mahmutoğlu, Üsküdar’daki bir tuhafiyeci dükkânından alışveriş
yaparken, konuşma sırasında, dükkân
sahibi Hadiye Hanım’ın Zaralı olduğunu öğrenince, “Ben aslen Bitlisli’yim,
beni Zaralı bir hanım adam etti, ben
Zara’ya çok şey borçluyum” diyerek
gözyaşlarıyla başından geçen olayı
şöyle anlatmış:
Bundan otuz yıl kadar önce idi. O zamanlar nakliyecilik yapıyordum. Mevsim kıştı ve vakit gece yarısını geçmişti,
Zara