SözŞehri 3. Sayı Apr. 2016 | Page 11

Müjgân ÜÇER* Müjgân ÜÇER onukseverlik, Türk halkının en önemli özelliklerinden biridir. Hiç bir ülkede, milletimizin yaşattığı gibi konukseverlik ruhu yaşatılmamaktadır.Topraklarımızda en geniş coğrafyadan mahalle, köy, oba, mezrâ gibi dar alana kadar, konukseverliğin sırrına erilmiştir. K Konuk kelimesi Eski Türkçede ve halk ağzında yaşadığı şekilde konak (1) görüşme, ziyaret vb. amaçlarla birinin evine veya bir yere gelen ve geçici olarak kalan kimsedir. Arapça sefer > musaferet “bir yerden bir yere gitmek, sefer etmekten musâfir > misâfir’in, konuk anlamı Türkçede ortaya çıkmıştır.(2) . Günümüzde kullandığımız komşu kelimesi de aynı şekilde konmak fiilinden türemiştir. Konmak, bir yere inip oturmak, konaklamak olup kon(-mak) fiiline dayanır. “Kon fiil köküne -uş- işteşlik eki getirilerek konuş(-mak) yapılmış; bu fiile de -u “fiilden isim eki eklenerek, kelime “konuşu” olmuştur. Konuşu şeklindeki orta hecede bulunan -n sesi -m’ye dönüşmüş, “u” sesi de düşmüştür. Bugün kullandığımız komşu kelimesinin geçirdiği değişim böyle olmuştur(3)”. Milletimize mal olmuş misafirlik ve komşulukla ilgili inanç ve geleneklerimiz, zengin sözlü kültürümüz Türk halkı için bir hayat felsefesi ve son derece özgün sosyolojik bir değerdir. Halkımız misafir için “Tanrı emaneti”, “Tanrı misafiri” demiştir ki başka hiçbir dilde bu kavram yoktur. Kapıyı çalan, hiç tanımadık birisi, “Tanrı misafiri” olarak eve buyur edilmiş ve imkânların üzerinde ağırlanmıştır. Kaşgarlı Mahmud, ünlü divanında “misafir mutluluktur” diye yazmış, Dede Korkut’ta misafir ağırlayan kadın için “kutlu, uğurlu” denilmiş, misafir istemeyen kadın için ise “Allah kimseye böyle kadın vermesin” ifadesine yer verilmiştir. Yaşanmış şu olay mizahî yönü olmakla beraber, evin hanımın misafir ağırlamadaki önemini ne kadar güzel belirtiyor: Batı Anadolu’da bir dağ köyünde, evin erkeği gelen konuğa yemek ikram etmek istemiş, evde bir şey olmadığı için de imkânsızlığını şöyle belirtmiş: (4) “Karı bağda, bağ dağda, yumurta olaydı, tava bulurduk, iş yağda!” Misafirperverlik, yalnızca evin reisinin varlık ve sosyal durumundan değil, evin hanımının ikramdaki cömertliği, insanlığı, kahramanlığı ve çalışkanlığında da ifadesini bulur. Halkımız inancı gereği “Misafir kısmetiyle gelir”, “Misafir on kısmetle gelir, dokuzunu ev sahibine bırakır” der. Varlıklı olunmazsa bile “varını veren utanmamış” atasözümüz gereğince, misafir ağırlanmaya çalışılır. Yine denildiği üzere “sofrasından utanan misafir ağırlayamaz”, “oklava ola sac ola, misafir de aç ola”, sözlerimiz ağırlamanın zor olmadığı, önemli olanın; “misafir ev sahibinin aşına değil kaşına bakar” atasözümüzde belirtilmek istenildiği gibi güler yüzle ve dostça karşılamak olduğunun bilinmesidir. Ülkemizin kahraman kadınlarının,“Tanrı misafiri” konusundaki davranışlarını okurken, ülkemizin kuş uçmaz kervan geçmez yollarında kim bilir ne kadar benzer ve etkileyici olayların yaşandığını düşünebilmemiz yarınlar için umudumuzu da arttıracaktır. I- Sivas-Koyulhisar’dan Bir Kahraman 1967 yılının 5 Aralık günü Sivas’ın Koyulhisar ilçesi Çukuroba (Eksela) köyünde öğretmen olan Ahmet Cemal Çermikli (1933-2010) maaş almaya gittiği Koyulhisar’dan yürüyerek köyüne dönerken, tipiye yakalanır. Köyüne daha çok vardır, ayakları artık kendisini çekemez, donmaya başladığını anlamıştır. Uzakta gördüğü bir köy evine doğru mecalsiz adımlarla yürümeye çalışır. Köyün en ucunda bulunan bir evin kapısını çaldığında, kapı önüne yığılır. Kapıyı açan evin hanımına bitkin ifadelerle durumunu anlatır. Kadın evde yalnızdır, donmak üzere olan bu Tanrı misafirini içeri buyur eder, tandırı yakar. Yavaş yavaş ısınan öğretmen kendine gelir. Misafirin oruçlu olduğunu öğrenen ev sahibi, herhangi bir şey ikram edemez. Öğretmen evde dinlenirken, evin hanımı da günlük işlerini yapar. İftar vaktinden önce kadının eşi ve oğulları eve gelince misafirle beraber oruçlarını açarlar. Ev halkının hep birlikte misafire gösterdikleri bu izzet ve ikram sahur yemeğinde de devam eder. Sabahleyin, öğretmen Ahmet Cemal Çermikli, donmaktan kurtulmuş ve dinlenmiş olarak görev yaptığı Çukuroba köyüne doğru yola çıkar. Öğretmenlik hayatının bu hatırasını, Anadolu’nun bu isimsiz kahraman hatunu ve ailesini hiç unutmaz ve her zaman şükranla yâd eder. II- Sivas-Zara’dan Bir Kahraman Aslen Zaralı olan ve İstanbul’da oturan Hadiye Mahmutoğlu, Üsküdar’daki bir tuhafiyeci dükkânından alışveriş yaparken, konuşma sırasında, dükkân sahibi Hadiye Hanım’ın Zaralı olduğunu öğrenince, “Ben aslen Bitlisli’yim, beni Zaralı bir hanım adam etti, ben Zara’ya çok şey borçluyum” diyerek gözyaşlarıyla başından geçen olayı şöyle anlatmış: Bundan otuz yıl kadar önce idi. O zamanlar nakliyecilik yapıyordum. Mevsim kıştı ve vakit gece yarısını geçmişti, Zara