Ece Ayhan
H
Hayata
Şiirimiz Karadır Abiler!
Şiirimiz karadır abiler! Şiirimiz her işi yapar abiler! Şiirimiz gül kurutur abiler! Şiirimiz
erkek emzirir abiler! Şiirimiz mor külhanidir abiler! Şiirimiz kentten içeridir abiler!
Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler
Ceren Köker
[email protected]
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
10
Eylül 1931. Dadya’da
bir oğlan çocuğu
dünyaya gelir. Dad-
ya yani şimdiki adıyla Datça.
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinde
Dadya Kariyesi diye geçiyormuş,
öyle açıklıyor kendi sözleriyle.
Ece, kendi sözleriyle pek çok
şeyi açıklıyor, anlatıyor, savu-
nuyor, diretiyor bütün hayatı
boyunca. “Ben yalnız olup biten-
leri, insanı ve insanlı tarihi biraz
ve kendimce ve bir ucundan
kurcalıyorum o kadar.” cümlesi-
ni 1993 tarihli Cumhuriyet gaze-
tesi söyleşisinde okuyoruz. Tam
adı, Ece Ayhan Çağlar.
“Biz üçümüz; ben, Cemal
(Süreya), Sezai (Karakoç)
hiç mülkiyete ilişmedik.
Bize kızarlar, aptal derler,
enayi derler; desinler varsın.
Ben şu anlamda mülkiyete
karşı değilim. Ekmeğin ve de
Ece Ayhan denilince Çanakkale
Eceabat’ı anmamız gerekir. Baba-
sı Gelibolulu, annesi Eceabat’ın
Yalova köyünden. Babasının işi
gereği gittikleri Datça’dan Ece iki ya-
şındayken çocukluğunun bir kısmının
geçeceği Eceabat’a taşınmışlar. Ece adı
Eceabat’tan mı gelmiştir? Belki de ken-
disi hala hayattayken ona yöneltilmesi
gereken sorulardan biriydi.
Eceabat’ta geçirilen yedi yıldan sonra
İstanbul ufukta görünmüş ve 1953’te
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne
başlayana kadar Orhan Alkaya’nın
benzetmesiyle “tarihi düzünden oku-
maya ayaklanmış çocukların sözcüsü”
olmaya hazırlanmış. Altı yıl kadar kay-
makamlık yapmış ama emir komuta
zinciri benim hayatıma uymaz demiş.
Ayvalık, Gelibolu, İpsala, Eceabat, Ça-
nakkale, Datça, Küre, İstanbul, Bod-
rum… Hayatı boyunca yüzün üzerinde
rakın boyunca olursa, niye
olmasın.”
ev değiştirmiş birinin devlet memur-
luğunda barınma-
sını
beklememiz yanlış
olurdu galiba.
Mülkiyet
kavramına
inanmamış: “Biz üçü-
müz; ben, Cemal
(Süreya), Sezai (Ka-
rakoç) hiç mülkiyete
ilişmedik. Bize kızar-
lar, aptal derler, enayi
derler; desinler varsın.
Ben şu anlamda mül-
kiyete karşı değilim.
Ekmeğin ve de rakın
boyunca olursa, niye
olmasın. İnsanlar ora-
da bırakmıyor. İhtiya-
cın dışında, hükmetme
aracı olarak kullanıyorlar.” Ece,
Cemal Süreya’ya sevgi ve hay-
ranlık doluymuş. İki lafından
biri Cemal’miş: “Cemal Süreya
500 liraya ihtiyacı var değil mi,
501 liraya çalışmazdı.”. Aynı za-
manda Ece Ayhan’a göre Ecevit,
“divanı olan son sadrazam”dır
ve mülkiyet konusundaki dü-
şünce benzerliklerinden oldu-
ğunu tahmin ettiğim bir saygı
ilişkisi vardır aralarında. 12 Ey-
lül Darbesi’ne kadar iki dönem
(toplamda beş dönem) başba-
kanlık yapmış olan Ecevit için
“Balkonu yıkılmış, yaptıramı-
yor.” gibi ifadeler kullanılırmış.
Ecevit’in dürüstlüğünü de över
Ece. Ne dersiniz dürüstlükle
mülkiyete ilişmemek arasında
doğrusal bir ilişki olabilir mi?
Özellikle siyasiler söz ko-
nusu olduğunda bir kıs-
tas oluşturulabilir mi?
Günümüzde Ece Ayhan
denilince ilk
olarak İkinci
Yeni çağrı-
şım yapıyor.
İkinci Yeni te-
rimini ilk kez Mu-
zaffer Erdost, İlhan
Berk’le ilgili olarak
Temmuz 1956’da Pa-
zar Postası’nda kullan-
mış. Edebiyat tarihçi-
leri İkinci Yeni’nin Ece
olduğunu öne sürüyor
zaman zaman. Ece ise
İkinci Yeni yerine “Sivil
41