Perspective Perspective 37. Sayı | Page 26

aksesuarsız boynunu sola, kafeden dı- şarı, sokağa doğru çevirdi. Küçük kafe birkaç senedir hiç değiş- memişti. Aynı sandalyeler, aynı tahta küllükler, aynı yanık izli masalar, aynı yazarların aynı alıntılarla eşleştiril- miş posterleri, aynı çalışanlar, aynı kahve… Oysa değişen bir şey vardı: Sokak. Sürekli hareket eden, ölüm- süz sokak. Sonbaharda yapraktan geçilmezdi bu sokaktan, tek tük ince çelimsiz ağaçlar olurdu bu sokakta, kafeler, restoranlar, onlardan yayılan tabak çanak sesleri, konuşma sesleri, yemek kokuları ve insanlar eksik ol- mazdı bu sokakta. Bazen, eğer dik- katlice dinlenirse, uzaklardan bir ezgi duyulurdu. Bir ya da iki yan sokaktaki sokak müzisyenleri sebep olurdu bu ezgiye. Bir müziği olan bu sokak, di- ğerlerinden de canlıydı. Güzel melodileri duyup gülümsedi. Sigarasını bitirmişti, söndürdü. Arka- sına yaslandı. Binalar üzerinde durdu bakışları, dışarı huzurlu kahkahalar saçan huzur dolu camlara baktı. Yal- nızlıktan tütün kokan balkonlara bak- tı. Bakışları biraz daha aşağı indiğinde siyah boyayla duvara yazılmış daha önce nerede okuduğunu anımsamadı- ğı birkaç kelime gördü: 24 Sokak özgürleştiri- ciydi, canlıydı, insan gibi sonu- nu düşünerek yaşamıyordu; sadece vardı. “...Kadıköy’de aradığı şeyin, Kadıköy’ün kendisi olduğunu fark etti böylece.” Yazının önünden yaşlı bir adam geçi- yordu. Uzun uzun seyretti, gözlerinden akan hüznü gördü, senelerin verdiği bit- kinliği gördü, adamın ne olursa olsun yaşamaya devam edişini gördü. Küçük bir çocuk koştu bu yaşlı adamın arkasın- dan, elinden tuttu. Adam şaşkınlıkla kü- çük kıza baktı. Kim olduğunu bir türlü anlayamıyor gibiydi. Kısa bir süre sonra hatırlayışının verdiği mutluluktan gözle- ri doldu ve zar zor eğilip ona sarıldı. Yaşlı adam ve kız çocuğu el ele uzakla- şırlarken bir çifti fark etti gözleri. Kol kola yürüyen bu çift, bahar havası estir- di sokakta. Yolun sonundan sağa dön- melerine kadar izledi bu çifti. Güneş ışınları yavaş yavaş bulutlar tarafından engellenirken hafiften de bir rüzgar esmeye başladı. O izleme- ye devam ediyordu. Sokağın başında, duvara yaslanmış sabırla bekleyen bir adam gördü. Sebepsizce gülümsedi. Kafede çalan şarkı usulca sokaktaki sesi bastırdı. Laura Maning şöyle di- yordu: “We speak when spoken to, That suits us well.” Sabahtan beri tek bir kelime bile et- mediğini fark etti. Yalnız uyandığı evinden çıkarken tanıdığı kimseyi görmemişti. İçtiği kahve senelerdir de- ğişmemişti. Oturduğu zaman, menü gelmeden bu kahve gelirdi önüne. Su- ratsız garson şimdiye kadar asla selam dahi vermemişti ona. Kitap okurken kimse ani bir şekilde karşısına oturup onunla konuşmamıştı. Şaşkınlığını saklayamıyordu. Gayri ihtiyari bir ses çıkarmak istedi. Ne diyeceğini düşü- nürken tekrar sokağa çevirdi kafasını. Yağmur çiselemeye başlamıştı. Nasıl hissettiğini tam olarak bilemiyordu. Silkelenmek, yağmurun üzerine dü- şürdüğü hüznü atmak istedi. Derin