aksesuarsız boynunu sola, kafeden dı-
şarı, sokağa doğru çevirdi.
Küçük kafe birkaç senedir hiç değiş-
memişti. Aynı sandalyeler, aynı tahta
küllükler, aynı yanık izli masalar, aynı
yazarların aynı alıntılarla eşleştiril-
miş posterleri, aynı çalışanlar, aynı
kahve… Oysa değişen bir şey vardı:
Sokak. Sürekli hareket eden, ölüm-
süz sokak. Sonbaharda yapraktan
geçilmezdi bu sokaktan, tek tük ince
çelimsiz ağaçlar olurdu bu sokakta,
kafeler, restoranlar, onlardan yayılan
tabak çanak sesleri, konuşma sesleri,
yemek kokuları ve insanlar eksik ol-
mazdı bu sokakta. Bazen, eğer dik-
katlice dinlenirse, uzaklardan bir ezgi
duyulurdu. Bir ya da iki yan sokaktaki
sokak müzisyenleri sebep olurdu bu
ezgiye. Bir müziği olan bu sokak, di-
ğerlerinden de canlıydı.
Güzel melodileri duyup gülümsedi.
Sigarasını bitirmişti, söndürdü. Arka-
sına yaslandı. Binalar üzerinde durdu
bakışları, dışarı huzurlu kahkahalar
saçan huzur dolu camlara baktı. Yal-
nızlıktan tütün kokan balkonlara bak-
tı. Bakışları biraz daha aşağı indiğinde
siyah boyayla duvara yazılmış daha
önce nerede okuduğunu anımsamadı-
ğı birkaç kelime gördü:
24
Sokak
özgürleştiri-
ciydi, canlıydı,
insan gibi sonu-
nu düşünerek
yaşamıyordu;
sadece vardı.
“...Kadıköy’de aradığı şeyin, Kadıköy’ün
kendisi olduğunu fark etti böylece.”
Yazının önünden yaşlı bir adam geçi-
yordu. Uzun uzun seyretti, gözlerinden
akan hüznü gördü, senelerin verdiği bit-
kinliği gördü, adamın ne olursa olsun
yaşamaya devam edişini gördü. Küçük
bir çocuk koştu bu yaşlı adamın arkasın-
dan, elinden tuttu. Adam şaşkınlıkla kü-
çük kıza baktı. Kim olduğunu bir türlü
anlayamıyor gibiydi. Kısa bir süre sonra
hatırlayışının verdiği mutluluktan gözle-
ri doldu ve zar zor eğilip ona sarıldı.
Yaşlı adam ve kız çocuğu el ele uzakla-
şırlarken bir çifti fark etti gözleri. Kol
kola yürüyen bu çift, bahar havası estir-
di sokakta. Yolun sonundan sağa dön-
melerine kadar izledi bu çifti.
Güneş ışınları yavaş yavaş bulutlar
tarafından engellenirken hafiften de
bir rüzgar esmeye başladı. O izleme-
ye devam ediyordu. Sokağın başında,
duvara yaslanmış sabırla bekleyen bir
adam gördü. Sebepsizce gülümsedi.
Kafede çalan şarkı usulca sokaktaki
sesi bastırdı. Laura Maning şöyle di-
yordu:
“We speak when spoken to,
That suits us well.”
Sabahtan beri tek bir kelime bile et-
mediğini fark etti. Yalnız uyandığı
evinden çıkarken tanıdığı kimseyi
görmemişti. İçtiği kahve senelerdir de-
ğişmemişti. Oturduğu zaman, menü
gelmeden bu kahve gelirdi önüne. Su-
ratsız garson şimdiye kadar asla selam
dahi vermemişti ona. Kitap okurken
kimse ani bir şekilde karşısına oturup
onunla konuşmamıştı. Şaşkınlığını
saklayamıyordu. Gayri ihtiyari bir ses
çıkarmak istedi. Ne diyeceğini düşü-
nürken tekrar sokağa çevirdi kafasını.
Yağmur çiselemeye başlamıştı. Nasıl
hissettiğini tam olarak bilemiyordu.
Silkelenmek, yağmurun üzerine dü-
şürdüğü hüznü atmak istedi. Derin