Yaptığın işe odaklanıp yaptığın işi
sevmek. Bunu başardığın zaman sen
de sonunda başarılı biri oluyorsun.
Sevdiğin işi yapmazsan tatsız bir
hâl alıyor çünkü sevmeyerek yapı-
yorsun. Hayat senin iraden altında
olmalı, hayatın içinde ne istersen
var. Nazım’ın sözüdür: “En büyük
kahramanlıktır, öleceğini bile bile
yaşamak.” İnsandan başka hiçbir
canlı öleceğini bilmiyor, sadece in-
san biliyor. Küçük yaşta bir yakını
ölüyor ve çocuk fark ediyor. Genç-
ken bunun hiçbir kıymeti yok sonra
gün geçtikçe diyorsun ki: “Ne fena
bir şey öleceğini bilmek! “
Sahnesi yaptım ve doğum gününde
ona hediye ettim, ağladığını hatırlı-
yorum. Çok duygulanmıştı. Doğum
gününde, 1 Nisan’da, şaka sanmıştı.
“Şaka değil, burası senin.”dediğimde
sahneyi gösterdim. Savaş, benim
çok sevdiğim bir kader arkadaşım-
dı; hâlâ burada yaşıyor.
P: Özdemir Sabancı’nın ölümün-
den sonra okulunuzu kura çekerek
öğrencilerinize bıraktığınız zaman,
öğrencilerinizin tepkileri ne oldu?
M.G: Okul yönetimi, 10 yılda bir
periyodik olarak değişiyor; şimdi
30.yıla gireceğiz ve yine kura çe-
kilecek. Onlar okulun idaresinde,
tapusunda söz sahibi oluyorlar. As-
lında onlara yük mü verdim yoksa
bir özellik mi kattım bilemiyorum.
Yönetimde bulunmak çok da kolay
bir şey değil. Hepsi meşhur oldular;
setleri, televizyon çekimleri, tiyat-
ro provaları var. Dün okullar açıl-
dı diye bana sürprize geldiler. 91
öğrencileriydiler, oturduk saatlerce
sohbet ettik.
Gençken
öleceğini
bilmenin
hiçbir kıymeti
yok, sonra
gün geçtikçe
diyorsun ki:
“Ne fena bir
şey, öleceğini
bilmek!”
söndürmeye gelmişlerdi. “Hocam
üzülmeyin” diyenlere “O bölüm es-
kimişti zaten ben de yaptırmayı dü-
şünüyordum, iyi oldu.” dedim, isa-
bet oldu.
P: Okulda yaşadığınız ve unutama-
dığınız bir anınız var mı? P: Hangi mesleğe sahip olursak ola-
lım, sizin gibi mesleğimizde duayen
olmanın anahtarı nedir?
M.G: Bizim okulu biri yakmaya ça-
lıştığı zaman, ona üzülmüştüm ama
benim hayatımda ekstrem duygular
yok. Her şeyi normal ve tadında ya-
şamayı seviyorum. Çok fazla dert
edinmiyorum. Yangın olduğunda
öğrencilerin hepsi okuldaydı, kom-
şular ve gece bekçileri bile yangını M.G: Sevgi. Ya yaptığınız işi se-
veceksiniz ya da sevdiğiniz işi ya-
pacaksınız. Türkiye’de sevdiği işi
yapan insan sayısı çok azdır. Üç fa-
külte yazarsın, başke yer çıkar; çok
istediğin bir bölüme, bir türlü ula-
şamazsın. Bunun bir anahtarı var:
P: 10 yaşında sahneye çıktınız, şi-
irleriniz küçük yaşta yayınlanmaya
başladı. Aileniz bu yolda sizi des-
tekledi mi?
M.G: Babam ve annem sanatçı ol-
mama karşı çıkmadılar. Sınıfta kal-
dığımda babam ne olmak istediğimi
sormuştu ve ben de tiyatrocu olmak
istediğimi söylemiştim. Bana “ Ti-
yatrocular çok okuyorlar, sen tiya-
rocu olmak istiyorsan evvela oku-
lunu bitireceksin, ders kitabı bile
okuyamıyorsan olamazsın.” dedi.
Ben o sene dokuz not ortalaması
yaptım ve babam da söz verdiği gibi
beni hem şehir tiyatrolarına yazdır-
dı hem de konservatuara kaydımı
yaptırdı. İkisinde de okuyup çalış-
tım. 68 sene geçmiş aradan, bugün-
lere geldik.
P: Üniversite öğrencileri neyi merak
etsin ve araştırsın isterdiniz?
M.G: Atatürk’ü merak etmelerini is-
terim. Hırka-ı Şerif’te doğdum ben.
Camiide hoparlör yoktu o zaman.
Ezan okununca annem namaz kılar-
dı. Evimizde bir tek Atatürk resmi
vardı, başka da resim yoktu. Annem
de bana “Oğlum, bu ezan sesini, bu
adama borçluyuz.” derdi, benim
sevgim o günden başladı. P
13