lemlerle anılan bir markanın isminin
bu kadar naif ve biraz da çaresiz bir
şarkıdan çıkmasına şaşırmamak elde
değil. Güçlü kadının uzun yıllardır
simgesi olan Kawakubo bu şarkıyı
eleştirmek adına mı yoksa kimsenin
varlığından haberi olmadığı duygu-
sallığına kapılarak mı seçti bu bir
muamma. Kim bilir belki de bu şar-
kıdaki gibi umutsuz ve güçsüz bir
kadın olduktan sonra erkekler gibi
olmanın onu güçlü kılacağına inan-
mıştır. Fikir yürütmenin sınırsız ol-
duğu bu konu da diğer her şey gibi
karanlık kadının gizemlerinden.
Birçok ilke sahip CDG de her pres-
tijli moda evi gibi imzası olan par-
fümlere sahip ancak onun parfümü
dünyanın ilk unisex parfümü. Üste-
lik Kawakubo’nun her tasarımı gibi
bu parfüm şişesi de dünyaca ünlü
müzelerde sanat objesi olarak sergi-
leniyor. Ve tabi ki bir diğer ilk, Prada
Marfa’ya ilham verdiğini düşündü-
ğüm guerilla mağazalar... Bu konsept
yine bir karşı çıkış ve bir ilki simgeli-
yor. Genelde lüks tekstil markaların
mağazalarına ya 5th avenue gibi cad-
delerde ya da alışveriş merkezlerin-
de rastlarız. Kawakubo, bu geleneğe
de karşı çıkarak guerilla mağazaları
literatüre kazandırıyor. Minimal ye-
nilenme bütçesiyle sadece bir yıllık
süreyle şehrin bilinmeyen yerlerinde
açılan mağazalar bunlar. Açılışları
VIP davetiyeleriyle duyurulan bu
mağazalar, size eski bir binanın mey-
ve deposunda tasarım kıyafet alışve-
rişi yapma fırsatı veriyor. Kawakubo,
sokakla modanın ayrılamayacak bir
bütün olduğunu bir kez daha bu
hamlesiyle moda otoriterlerinin yü-
züne haykırıyor.
Bir etkinliğe CDG tasarımla katılan
kadınların genelde alay konusu ol-
49
masına rağmen aslında bu aykırı sa-
nat eserleri birçok akımın temelini
oluşturuyor. Street style kavramının
öneminin Kanye West’in tasarımla-
rıyla daha da popülerleşmesinden
önce, Louis Vuitton- Prada gibi mar-
kaların sokak markası olan Supreme
ile olan işbirlikleri (CDG de Supreme
ile işbirliği yapmıştır.) Kawakubo’nun
sokak stilini podyuma taşıyan bir
başka devriminin sonucudur. Hatta
gelmiş geçmiş en iyi çizgi dizinin baş
karakteri Marge (The Simpson) iko-
nik saçını, CDG’nin 1989 Fall/Winter
şovundan aldığı ilhama borçlu. Tabi
ki sokakta, anlam verilemeyen şekil-
de birleştirilmiş kumaş parçalarından
oluşan kabarık elbiselerimiz veya
pembe ponponlu pijamalarımızla
gezmiyoruz ancak patchwork blazer
ceketler, pilili etekler var olduğu sü-
rece CDG akımının izinden gittiğimi-
zi yadsıyamayız. rüşteyken onların beklentilerine uy-
mak yerine kendi gerçeklerini kabul
ettirtmek ve çoğunluk modayı ge-
reksiz bulurken modayı bir sorgula-
ma aracı haline getirmek sadece Rei
Kawakubo’nun yapabileceği eşsiz
bir direnişin örneği. Bu yazıyı, ha-
yatı hakkında üç cümleye ama moda
dünyasında yaptığı devrimler hak-
kında sayısız kaynağa sahip olduğu-
muz kadının sözleriyle bitiriyorum:
40 senedir kıyafetler yapıyorum, bir
gün bile moda hakkında düşünme-
dim. Başka bir şekilde ifade eder-
sem, bu konuya dair ilgim de yok.
Beni enterese eden tek şey var, o da
kimsenin daha evvel hayatında gör-
mediği kıyafetleri tasarlamak, hepsi-
nin yepyeni olması ve bu kıyafetlerin
kendilerini nasıl gösterdikleri. Buna
moda mı deniyor? Ben cevabını bil-
miyorum. P
Yıllarca mutlaka alınacaklar listesinin
birinci sırasında Manolo Blahnik to-
puklu ayakkabıları olan biri olarak
Le Figaro’ya katılmış, feminenliğin
sonunu getiren bu tasarımcıyı, bu
modaevini ve bu akımı sefil olarak
değerlendirmiştim. Hala CDG mo-
daevine bir tutkum oluşmasa da, bu
avan