Perspective Perspective 34 | Page 60

56
de alçaldığımızı , aşağılandığımızı duyumsardık .” Bazı adamlardır farklıdır , bazıları standart , bu farklı adamların yine bazıları güzel büyür , hayat kendisini dünyaya getirenlere iyi davranmıştır , ona da öyle davranır . Ama farklıların da içinde farklıları vardır ki : garibandır . Günümüzde dile gelmeyen , bu satırları okuyan sizlerin de yüksek ihtimalle çok aşina olmadığı bir sözcük lügatlarına çok erken yerleşir : Yok . Yılmaz da bu son ekipten ; para yok , şans yok , evde pişen güzel yemekler , hizmetçiler , sofrada dönen muhabbetler yok . Yıllar sonra karakterine işleyecek huysuzluğu , sertliği , kesinliği anlamak için çocukluğunu bilmenin çok değerli olduğuna inanıyorum . Çocukluk arkadaşı İsmail ile bir anısını anlatırken şöyle diyor Güney : “ Ben ve İsmail henüz sekiz yaşındaydık ki , mahalledeki çocukların atı olurduk , İsmail hepimizi , bütün atları geçerdi . Bir gün yarışta sonuncu oldum diye o zengin çocuğundan dayak yediğimde dokundu İsmail ’ e . Ben duvarın dibinde sümüğümü çekerek ağlıyorken İsmail tuttu omzumdan bir daha dedi hiç kimsenin atı olma .” O sözünü tuttu , bir daha hiç kimsenin atı olmadı . Hayatta yolu Yılmaz ’ a düşen kimse de bir daha onun duvar dibinde sümüğünü çekerek ağladığını görmedi .
Yaş 14 olduğunda hayatı boyunca çalışmak zorunda olduğunu bilen sert bakışlı adamın yolu bizlerin şansına sinema ile kesişti . Birkaç kuruş yevmiye karşılığında film bobinlerini sinemadan sinemaya taşıyarak ilk aşkı ile tanışmış oldu Yılmaz . Seyircinin hangi sahnelerde coşkuya kapıldığı , hangi sahnelerde alkışladığını ve ağladığını hafızasına ve geleceğe not etmeye o yıllarda başladı . Ölene kadar
O sözünü tuttu , bir daha hiç kimsenin atı olmadı . Hayatta yolu Yılmaz ’ a düşen kimse de bir daha onun duvar dibinde sümüğünü çekerek ağladığını görmedi .
bırakmayacağı bir diğer sevdası sosyalizmle tanışması ise bir başka ‘ farklı ’ adamın dizeleriyle olur , bir o kadar devrimci bir o kadar aşık Nazım ’ ın sesini duyan Yılmaz o anları şöyle anlatıyor : “ O an içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim . Köylüydüm ben ve kurtuluşum ancak sınıfımın kurtuluşuyla mümkündü .”
İçine düşen ateşin adını öğrenen Güney için geri dönüş olmadı , bir de
eline kalem alınca doğruca mahpus yolu gözüktü . Sene 1956 ’ yı gösterdiğinde yazdığı ‘ Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemi ’ hikayesi , ilk kez demir parmaklıklar ile tanışmasına yol açar . Aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ’ ne girse de yalnızca iki ay gidebilmiştir . Hakime ne kadar anlatmaya çalışsa da ben komünizm nedir bilmiyorum diye , öyküde geçen ‘ herkes eşit olsa dünya cennet olur ’ cümlesi onu daha bilmediği bir sistemin savunucusu olarak yaftalamaya yetti de arttı . Bir buçuk yıllık hapishane ziyareti ve ardından Konya ’ da geçen sürgün hayatı bittiğinde de işler Yılmaz ’ ın istediği gibi gitmeyecektir . İçeri girmeden önce genç bir hikayeci olarak tanınan Güney , Atıf Yılmaz ’ ın ‘ Bu Vatanın Çocukları ’ ve ‘ Alageyik ’ filmlerinde hem asistanlık hem de başrol oyuncusu olarak yer alsa da henüz yıldız olmasına yetecek üne kavuşmamıştır ve yapımcılar uzun süre iş vermez . O esnada hem yapımcılara hem aydınlara küsen ve yalnız kalan Yılmaz , bu süreçte köyle demiştir : “ Bir taraftan aydınlara güveniyorum . Roman yazmışım , kimse bununla ilgilenmiyor . Ancak 1963 ’ ün sonunda küçük firmalarla çalışmayı düşündüm … Kapkaççı , hırsız , elini versen kolunu kapan firmalar var . Onlarla çalışırsam belki bir şey yaparım diye düşünmeye başladım .” Böylece halkla bütünleşme ; derdini , insanını , insana anlatma sevdasına düşen Güney taktik değiştirir , gerçek amacı yönetmen olmaktır ama bundan önce bir sinema yıldızı olması gerekecektir .