Ve serüven başlar; ilk gişe rekoru se-
naryosunu da yazmış olduğu ‘İkisi
de Cesurdu’ filmi ile gelir. Kabadayı,
kimsenin önünde eğilmeyen, ağla-
mayan, bir o kadar güçlü bir o kadar
bizden Yılmaz’ın hikayesi. Sinemada
jön denince akla ilk gelen yakışık-
lı kral Ayhan Işık dönemleri ve kara
kaşlı, kara gözlü bir çocuk gelmiş
filmler çekiyor, halk çıkan her filmde
salonları dolduruyor, yalnız ismi bile
gişe yapıyor; hal böyle olunca bir ga-
zeteci soruyor bir gün Yılmaz’a Ayhan
Işık gibi bir yakışıklı kral varken siz
kendinizi sinemada nerede görüyor-
sunuz diye, kral bekletmiyor cevabı-
nı; ‘O yakışıklı kralsa ben de Çirkin
Kral’ım.”
Yılmaz’ı anlamak için önce çok kat-
manlı bir adam olduğunu bilmek
gerektiğine inanıyorum. Bir çekim es-
nasında ilk eşi Nebahat Çehre’nin ba-
şının üstüne rakı şişesi koyup gerçek
mermi ile o şişeye ateş eden ve hedefi
vuran, yine bir gün Nebahat onu terk
etmeye hazırlanırken üstüne arabayı
süren, Kulüp 12’de çıkan bir tartışma
sonucu üç kişiyi bıçakla yaralayan, en
bilindik hikayesi; bir film çekimi için
Adana’da olduğu sırada bir restoran-
da rakısını içerken içeri girip kendi-
sine ana avrat küfreden ilçe savcısını
iki kaşının ortasından vuran adam
Yılmaz’dır, filmlerinde oynadığı ka-
badayı roller de Yılmaz’dır. Ama onu
yalnız bu hikayelerle tanımanın böy-
lesine büyük bir yönetmene ve sevda
adamına haksızlık olacağı kanısında-
yım.
Avrupa’nın en prestijli film festiva-
li olan Cannes Film Festivali’nde en
büyük ödül olan Altın Palmiye’yi ka-
zanan ilk Türkiye vatandaşıdır Gü-
ney, yine o törene üstünde kiralık bir
smokin ve cebinde eve dönüş parası
olmadan katılan adamdır Güney. Her
gün özlediği, hayalini kurduğu vata-
nına dönemeden hayata veda eden,
vatandaşlıktan çıkarıldığı gün saat-
lerce ağlayan adamdır Güney. Mahir
Çayan ve arkadaşlarını aylarca evinde
saklayan, Yol’u, Sürü’yü, Duvar’ı çe-
kip halkını ve derdini dünyaya anlatan
adamdır Güney, kırk yedi senelik ha-
yatını on iki senesini dört duvar ara-
sında geçirmiş, bazen çok sevilmiş, ba-
zen yalnızlaştırılmış yine de sevmeye,
hayal etmeye devam etmiştir Güney.
Son sözlere gelirken sahneyi ilk Ne-
bahat Çehre’ye bırakalım, nasıl anmış
Yılmaz’ı: “Dünyanın en güzel bakan
adamıydı. Ela, çekik, çok güzel gözle-
ri vardı. Muhteşem gülen bir adamdı.
Ama sert bakardı. Oynadığı karakterle
uyum sağlamak içindir o da... Çok ya-
kışıklı bir adamdı, fotoğraflarıyla ala-
kası yoktu.”
Son sözü de yine o söylesin, güzel se-
ven, güzel düşünen, bir o kadar deli,
bir o kadar akıllı, yakışıklı ama yine de
Çirkin Kral:
“Hüznün sayısız tonu, birçok yüzü
vardır. Çiçekler, kuşlar ve rüzgârlar
gibi. Ben, bazı yakın arkadaşlarımın
aracılığıyla, sevgi ve kederi anlatmaya
çalıştım. Her ne kadar bazıları tarafın-
dan anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa
da. Öyle hissediyorum ki, insanlar ya-
sadıkça yaşayacaklar. Çünkü hüzün,
sevgi ve kederi sadece insan bir arada
taşıyabilir.” P
Ama
farklıların da
içinde farklıları
vardır ki:
garibandır.
Günümüzde
dile gelmeyen,
bu satırları
okuyan sizlerin
de yüksek
ihtimalle çok
aşina olmadığı
bir sözcük
lügatlarına çok
erken yerleşir:
Yok.
57