56 |
de alçaldığımızı, aşağılandığımızı duyumsardık.” Bazı adamlardır farklıdır, bazıları standart, bu farklı adamların yine bazıları güzel büyür, hayat kendisini dünyaya getirenlere iyi davranmıştır, ona da öyle davranır. Ama farklıların da içinde farklıları vardır ki: garibandır. Günümüzde dile gelmeyen, bu satırları okuyan sizlerin de yüksek ihtimalle çok aşina olmadığı bir sözcük lügatlarına çok erken yerleşir: Yok. Yılmaz da bu son ekipten; para yok, şans yok, evde pişen güzel yemekler, hizmetçiler, sofrada dönen muhabbetler yok. Yıllar sonra karakterine işleyecek huysuzluğu, sertliği, kesinliği anlamak için çocukluğunu bilmenin çok değerli olduğuna inanıyorum. Çocukluk arkadaşı İsmail ile bir anısını anlatırken şöyle diyor Güney:“ Ben ve İsmail henüz sekiz yaşındaydık ki, mahalledeki çocukların atı olurduk, İsmail hepimizi, bütün atları geçerdi. Bir gün yarışta sonuncu oldum diye o zengin çocuğundan dayak yediğimde dokundu İsmail’ e. Ben duvarın dibinde sümüğümü çekerek ağlıyorken İsmail tuttu omzumdan bir daha dedi hiç kimsenin atı olma.” O sözünü tuttu, bir daha hiç kimsenin atı olmadı. Hayatta yolu Yılmaz’ a düşen kimse de bir daha onun duvar dibinde sümüğünü çekerek ağladığını görmedi.
Yaş 14 olduğunda hayatı boyunca çalışmak zorunda olduğunu bilen sert bakışlı adamın yolu bizlerin şansına sinema ile kesişti. Birkaç kuruş yevmiye karşılığında film bobinlerini sinemadan sinemaya taşıyarak ilk aşkı ile tanışmış oldu Yılmaz. Seyircinin hangi sahnelerde coşkuya kapıldığı, hangi sahnelerde alkışladığını ve ağladığını hafızasına ve geleceğe not etmeye o yıllarda başladı. Ölene kadar
|
O sözünü tuttu, bir daha hiç kimsenin atı olmadı. Hayatta yolu Yılmaz’ a düşen kimse de bir daha onun duvar dibinde sümüğünü çekerek ağladığını görmedi.
bırakmayacağı bir diğer sevdası sosyalizmle tanışması ise bir başka‘ farklı’ adamın dizeleriyle olur, bir o kadar devrimci bir o kadar aşık Nazım’ ın sesini duyan Yılmaz o anları şöyle anlatıyor:“ O an içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim. Köylüydüm ben ve kurtuluşum ancak sınıfımın kurtuluşuyla mümkündü.”
İçine düşen ateşin adını öğrenen Güney için geri dönüş olmadı, bir de
|
eline kalem alınca doğruca mahpus yolu gözüktü. Sene 1956’ yı gösterdiğinde yazdığı‘ Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemi’ hikayesi, ilk kez demir parmaklıklar ile tanışmasına yol açar. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ ne girse de yalnızca iki ay gidebilmiştir. Hakime ne kadar anlatmaya çalışsa da ben komünizm nedir bilmiyorum diye, öyküde geçen‘ herkes eşit olsa dünya cennet olur’ cümlesi onu daha bilmediği bir sistemin savunucusu olarak yaftalamaya yetti de arttı. Bir buçuk yıllık hapishane ziyareti ve ardından Konya’ da geçen sürgün hayatı bittiğinde de işler Yılmaz’ ın istediği gibi gitmeyecektir. İçeri girmeden önce genç bir hikayeci olarak tanınan Güney, Atıf Yılmaz’ ın‘ Bu Vatanın Çocukları’ ve‘ Alageyik’ filmlerinde hem asistanlık hem de başrol oyuncusu olarak yer alsa da henüz yıldız olmasına yetecek üne kavuşmamıştır ve yapımcılar uzun süre iş vermez. O esnada hem yapımcılara hem aydınlara küsen ve yalnız kalan Yılmaz, bu süreçte köyle demiştir:“ Bir taraftan aydınlara güveniyorum. Roman yazmışım, kimse bununla ilgilenmiyor. Ancak 1963’ ün sonunda küçük firmalarla çalışmayı düşündüm … Kapkaççı, hırsız, elini versen kolunu kapan firmalar var. Onlarla çalışırsam belki bir şey yaparım diye düşünmeye başladım.” Böylece halkla bütünleşme; derdini, insanını, insana anlatma sevdasına düşen Güney taktik değiştirir, gerçek amacı yönetmen olmaktır ama bundan önce bir sinema yıldızı olması gerekecektir. |