Perspective Perspective 28 | Page 32

30
kuzeyli bir sanatçının bakışı çok farklı olabiliyor. Ama alt metin aynıdır.
P: Kutsal metinlerin çizgi roman misali gelişmesinin sebebi nedir?
YK: 17. yüzyıla kadar alt metin olan kutsal kitabın okunamamasına bir tür çözümdür. O dönemde Avrupa’ da okuma yazma oranı çok düşük. Bu sebeple o metinleri resim ve heykellerle görünür hale getiriyorlar. Sanatın günümüze kadar böyle gelebilmiş olması da dinin sayesinde olmuştur. Ancak İslam coğrafyasında inançlarımız doğrultusunda maalesef gelişmemiş, tasvir bir şekilde öyle yada böyle yasaklanmıştır. Sadece monoteist dinler olarak bakmayalım, Uzak Doğu’ da da sanat dine aracı olmuştur. Bizim coğrafyamızda biz bunu hep uzakta tutmuşuz. Bunu kırmaya çalışanlardan birisi Fatih Sultan Mehmet olmuş. Papa’ ya ülkenin en iyi sanatçısını sorup, İtalya’ dan Bellini’ yi çağıran ve portresini yaptıran bir Osmanlı sultanından söz ediyoruz. Ama sürekliliği olmamış. Ancak öbür taraftan Mimar Sinan gibi birisini çıkarabilmişiz. Onun çıkışı bile askeri amaçla oluyor; gerçekleştirilen seferlerin güvenli, ihtiyaçların rahatça karşılanabildiği şekilde gerçekleşmesi için. Daha sonra camileri, külliyeleri, su kemerlerini yapıyor. O dönemde inşa edilen bir camii aynı zamanda bir yaşama alanıdır. İbadetin yanı sıra eğitim alanları ve hastaneleri ile sosyolojik olarak toplumla beraber hareket eden bir tasarımdır. Dolayısıyla orada sanatçının artık alt metin ile diyalogu yoktur. O metin artık sizinle bütünleşen bir kurgudur.
P: Tasarım ile sanatın ilişkisi nedir? Her tasarımın, sanat olduğunu söyleyebilir miyiz?
YK: Her şey bir tasarım olabilir, her şey bir tasarımdır, her şey! Sizden bağımsız en yüce ya da en büyük tasarımcı ya da
tasarlayıcı kim? Dünyanın her yerinde bütün uygarlıklarda pek çok ismi ve şekli olan, büyük bir tasarımcı, yaratıcı var. Ama doğa en büyük tasarımcılardan biri. Düşünün iki tane ağacın veya çiçeğin sizin müdahaleniz olmadan yan yana gelip geliştiği ve hayatla bütünleşmeleri, sizin o an oradan geçerken dahi dönüp bir ağacın yanındaki bir kuşu gördüğünüzde onların birlikteliğini sorgularsınız.“ Neden?”,“ Neden orası değil de burası?”,“ Neden o ağaç değil de bu ağaç?”. O kuşu o ağacın dalına çeken bir sebep vardır. Aslında bu önceden tasarlanmış bir şeydir. Eğer dediğimiz gibi tasarımı ticari manada üretim bandı içinde düşünürseniz, tüketime yönelik bir şeyleri oluşturursunuz ve bu ihtiyaca bağlıdır. İhtiyaç doğal bir şeydir, tasarlanma şeklimizin gerektirdikleridir. Hayat zaten bir tasarımdır. Sanatla ilişkisini kurmak gerekirse sanatın bir amacı vardır. Tıpkı hayat gibi, ebediyete kadar yaşamak. Sanatçı hep Gılgamış gibi sonsuzluğun peşinde koşar. Gılgamış da sonsuz yaşamın formülünü bulmak için, bütün hayatını geçirmiş, bulduğunu da düşünmüş, ama sonra onu kaptırmış. Gılgamış’ ın bulduğu o bitki gibi,
sanatçıların da eserleri onları sonsuzluğa taşıyacaktır. Burada tuhaf bir metafor vardır. Öyle bir an gelir ki, sanatçı kendi adını ebediyete kadar yaşatmak üzere ürettiği eserini kendisinden sonra bıraktığında-ki olağanüstü eserler, hep sanatçılardan sonra varlıklarını sürdürmeye devam eder ve bizim o sanatçıyı hatırlamamızı sağlarlar. Ama bazen bir süre sonra büyük sanat eserleri artık sanatçısını siler, sanat eseri sanatçıdan bağımsız kendi başına yaşayan ayrı bir değer olarak, fiziki olarak ne kadar yaşayabilirse yaşamını sürdürmeye devam eder ve sanatçısı yok olur. Şimdi sanat eserinin böyle bir hakikati vardır. Burada sanat eserinin kendisine kurguladığı bir yaşamdan söz edemeyiz. Ona bu yaşama sürecini, bu değeri kazandıran sanatçı her ne kadar zaman içinde insanların hafızasının zayıflığından dolayı unutulup gitse de aslında araştırmacılar tarafından sanatçılar varlıklarını eserleri üzerinden hep devam ettirirler.
P: Sizce peyzaj tasarımının yeri nedir?
YK: Mimari … Çünkü, peyzaj mimari ile bir arada hareket etmesi gereken bir şeydir. Batı dünyasında peyzaj geleneği yani bahçe mimarisi, Claude Lorrain isimli Fransız bir ressamdan çıkar. Bugün Lorrain Bahçeleri olarak artık mimari terminolojiye geçer. Onun resimlerinde kurgulamış olduğu peyzajlar 18. yüzyıl İngiltere’ sinde bir gelenek olarak ortaya çıkar. Barok dönemde yani 16- 17. yüzyıllarda sanatçılar doğaya açılıp da doğada resim yapan kişiler değildir. Kapalı bir mekanda, sanatçının atölyesinde, kendi hayal gücüyle kurguladığı bir yapıttan söz ediyoruz. Lorrain doğadan tabii ki küçük notlar alır ama eserini atölyesinde gerçekleştirir. Düşünün geniş bir kitle bir ressamın eserlerinden etkilenerek bunları hayata geçiriyor. Mimari sadece insanların yaşama ala-